Şunu ara:
Asırlık asimilasyondan kutsal barışa

“Siyaset ve barış, silah ve savaşmaktan daha zordur.” diyen Prof. Dr. Hüseyin Şeyhanlıoğlu 47 yılın ardından kendisini fesheden terör örgütü PKK’yı ve bundan sonraki süreçte karşılaşılabilecek fırsat ve tehditleri yazdı.

Asırlık asimilasyondan kutsal barışa
GİRİŞ 12.05.2025 16:34GÜNCELLEME 12.05.2025 16:57

Kütahya Dumlupınar Üniversitesi’nde görev yapan Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı Prof. Dr. Hüseyin Şeyhanlıoğlu’nun “Asırlık asimilasyondan kutsal barışa”  başlıklı yazısı şu şekilde;

İkinci Viyana kuşatmasının (1683), esasen iç ihanet, sefahet ve gaflet kaynaklı başarısızlığından sonra Osmanlı İmparatorluğu bir asır sürecek olan, “Nizam-ı Kadim mi, yoksa Avrupa merkezli Nizamı Cedit mi?” konulu “Kurtuluş Reçetesi” arayışına girmiştir. Bu arayış süreci, askeri ihtiyaç odaklı olarak başlamışsa da kısa zamanda bürokrat ve aydınlar arasında Avrupa düşünce ve sosyal hayatının da örnek alınması şeklinde devam etmiştir.

Tanzimat (1839), Islahat (1856) ve son olarak 33 yıl boyunca bu sürece karşı duran muhafazakâr II. Abdülhamid’in dış destekli bir darbeyle devrilmesinden sonra (23 Temmuz 1908) Batılılaşma, İttihat ve Terakki’nin iktidarıyla kurumsallaşmıştır. Böylece, Batı’ya doğru çekilen geminin Doğu’ya bakan yolcuları olan bir millet ortaya çık(arıl)mıştır.

Bu dönemde özellikle Fransız İhtilali’yle başlayan Milliyetçi ve Batıcı ideolojiler, birer frengi hastalığı olarak Osmanlı İmparatorluğunun çekirdeğine kadar parçalanmasına yol açmıştır ki; İngiliz Ali’nin Sirkeci’de İngiltere sefirinin atlar yerine arabasını çekmesiyle başlayan Türkçülük, Halil Ganem’le Arapçılık ve İshak Sükuti-Abdullah Cevdet’le Kürd Baası olarak günümüze kadar gelmiştir.

Prof. Dr. Hüseyin ŞeyhanlıoğluProf. Dr. Hüseyin Şeyhanlıoğlu

Jön Türkler ve İttihat Terakki Fırkası (İTF) üzerinden kurumsallaşan, Batı(l)cı siyasi düşünce sistemi Türkiye’de CHP, özellikle Irak/Suriye Arapları arasında Baas Partisi ve son olarak Kürdler arasında DEM/YNK/PKK/PYD olarak devam etmiştir.

Kısaca İTF üzerinde İslam Dünyasına, ırkçı ve Batıcı ideolojik frengi hastalığı bulaştırıldı. Öncelikle Türklere 1908-1950 arasında Yahudi Mozi Kohen (Tekin Alp) ve Ermeni Agop Dilaçar üzerinde batıcı ve ırkçılık, Araplara da Rum Ortodoks Lübnanlı Mişel Eflak üzerinden batıcı ve ırkçı Baas, Kürdlere de aynı mantıkla batıcı ve ırkçı DEM/YNK ve PKK batıcılık ideolojisi yüklendi.

Batılılaşma sürecindeki Osmanlı İmparatorluğu (Kaynak: https://tr.wikipedia.org/wiki/Sykes-Picot_Anla%C5%9Fmas%C4%B1)

İslam’ın çekirdeğindeki üç büyük temel olan Türk, Kürd ve Araplara İslam’ın dışında, İsrail’e dost, kendi aralarında kavgalı ve Batı’nın mankurdu olan ideolojiler virüs gibi bulaştırıldı. Ancak bu ideolojilerin de devri artık bitti. Ancak yerimizde durduğumuzda güneş, tekrar doğudan doğuyor.

Türkiye’de de 1950 yılında başlayan süreç ağır bedellerle de olsa Özal ve Erbakan hattından Çankaya’yı Külliye’ye taşıyan Erdoğan ve Bahçeli’nin eliyle bitti. Nisan 2003 yılından Saddamizm’in Irak’ta idam edilmesinden sonra 13 yıllık kanlı bir dış kaynaklı iç savaştan sonra 8 Aralık 2024 sabahında Suriye’de bitti. Ve son olarak Apoizm olarak görülebilen PKK da iflasını ilan etmek zorunda kaldı. Çünkü PKK, Selahaddin’i Eyyubi ve İdrisi Bidlisi’nin evladları Kürdlere hâkim olamadı.

APOCULARIN KÜRDLERİ ZOR GÜCÜYLE DÖNÜŞTÜRMESİ

Urfa’nın sıcak yazında damda yatıyorduk. Henüz 6 yaşındayım. O zamanlar su, sadece geceleyin iki saat akıyor. Annem damdaki su deposunu doldurmuştu ki; sokaktan gece karanlığında ilerleyen iki adam, “Teyze, bir tas su verir misin?” dedi. Annem, bu saat su mu istenir terbiyesizler? Diye kızınca yan komşu olan teyze de korkudan, anneme, eliyle işaret ederek, “su/s, bunlar Apocu/Telebe” dedi. Derken bir hafta sonra amcaoğlumuz, ülkücü gençlerden Mehmet Şeyhanlıoğlu’nu öldüren iki kurşun sesi duydum. Maalesef son şehidimiz olan muhtarımız, İbrahim İnco’nun PKK tarafından şehid edildiğini 36 yıl sonra (28.03.2016) görmek de kaderimde olacaktı.

PKK’dan sonra Urfa sıcağında, sabahlara kadar süren çatışmalarda artık damda yatmaya da korkuyorduk. Ardından Eyyubiye karakolunun yakıldığı, Eyyubiye komiserinin öldürüldüğü haberleri ve Siverek-Hilvan bölgesinde PKK’nın devletin ajanı olarak gördüğü aşiret ağası bir milletvekilini öldürüp karısını kaçırmak ve feodaliteye karşı savaşı şiddetlenerek devam etti.

Kısaca Fransız İhtilali’nden ders alan ve Batı’nın memesinden süt kardeşi olan Jön Kürdler de, Jön Türk ve Jön Araplar gibi teoriden pratiğe geçmişlerdi artık. Cahil olan halk, yukardan aşağı Öcalan’ın zoruyla dönüştürüleceklerdi. 1908-50 arasında, Türkiye’de, 1963’ten itibaren de Suriye ve Irak’ta Baas devrimleri öyle yapılmamış mıydı?
Ancak herkesin birbirini tanıdığı aşiret odaklı toplumsal yapıya dayanan Şanlıurfa’da soy ağacı zayıf ve karışık olan A. Öcalan’ın din, asalet, kültür ve aşiret düşmanlığı hayatının temel felsefesi olmuştur.

Bu nedenle toplumsal yapıyı kırmak için tıpkı Fransız İhtilali’ni yapan çapulcular gibi şiddet yoluna başvurmuş, Hilvan’da Süleyman aşiretine mensup belediye başkanın kafasına silah dayamışsa da Siverek-Karacadağ hattında başarılı olamamıştır. Öcalan’ın tabiriyle Siverek’i aşsaydık, Adana’ya ulaşabilirdik.

Kısaca, 1978 yılından itibaren başlayarak, Güneydoğu’da Apocu ya da Talebe olarak tanımlanan PKK’nın 40 yıllık kanlı dükkânını kapatıp gittiğini göremeyip giden, hayatıyla bedel ödeyen on binlerce kişi, yanan evler, köyler ve binlerce traktör oldu.

40 yıl sonra (2014) da Kamu Güvenliği Müsteşarlığı adına Irak’ta saha çalışmaları yaptım. Bu çalışmalarda PKK’nın gerçek yüzünü ve hiçbir ahlaki değeri olmayan ideolojisini tanıma imkânı buldum.

Bugün IKBY Dış İlişkiler Sorumlusu Sefin Dızayi ve Hüseyin Şeyhanlıoğlu: PKK, fakirlerin evini yıkıyor ve Kürdlerden haraç alıyor.” (2014 Kasım/Erbil)

Bu anlamda Öcalan’dan sonra örgütün başına geçen Botan lakaplı Nizamettin Taş ve çok sayıda üst düzey PKK komutanlarıyla görüştüm. Onlara göre PKK’nın, “birinci görevi silahlı çatışma değil, Kürdlerin kültürünü ve düşünce yapısını değiştirmektir. Çünkü örgüt içinde bir kişi, silahlı eğitimden önce %90 beyin yıkama faaliyetlerine tabi tutulur. Bu eğitimden sonra itibaren ayıp ve günah olabilecek tüm insani ve İslami değerlerinden arındırılır ki; böylece gözünü kırpmadan en yakınını öldürebilir.  Çünkü müfredat, Fransız İhtilali değerlerinin toplumu formatlamasının birinci aracıdır. Amaç gösterilir ama esas hedef bizzat araçtaki kişidir ve o da yolda ajanlıkla itham edilip infaz edilir.

Bu anlamda binlerce köyün boşaltılması, milyonlarca kişinin yerinden edilmesi ve şiddet, Öcalan’ın tabiriyle, “Zor”un gücüyle PKK, fazlasıyla hedefine ulaşmış ve binlerce ajanı infaz etmişti. Ancak bazı dönem ve olaylar vardır ki; bu konuda PKK’nın boyunu aşan olayların yaşandığı görülmektedir. Bu nedenle PKK/Gladyo ilişkisinin boyutu için arşivi çok değerlidir.

2004 Kongresi’nden sonra PKK’dan 2000 kişiyle ayrılan Nizamettin Taş (sağda) ile Ünlü IKSDP Lideri Hacı Mahmud’la görüşme (Erbil. 2014)

Yarım asırlık PKK’nın fesih ve silah bırakması aşağıdaki kararlar doğrultusunda önemlidir:

  • PKK 12’nci Kongresi (Gara ve Kandil: 5/7 Mayıs 2025), pratikleşme süreci Önder Apo tarafından yönetilmek ve yürütülmek üzere PKK’nin örgütsel yapısının feshedilmesi ve silahlı mücadele yöntemini sonlandırması kararlarını alarak PKK adıyla yürütülen çalışmaları sonlandırdı.
  • Kongremizin aldığı PKK’nin fesih ve silahlı mücadele yöntemini sonlandırma kararı kalıcı barışa ve demokratik çözüme güçlü bir zemin sunmaktadır.
  • Söz konusu kararların uygulanması Önder Apo’nun süreci yürütüp yönlendirmesini, demokratik siyaset hakkının tanınmasını ve sağlam bütünlüklü bir hukuki güvenceyi gerektirir.
  • Bu aşamada Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin tarihi sorumlulukla rolünü oynaması önemli olmaktadır. Aynı şekilde hükümet ve ana muhalefet partisi başta olmak üzere mecliste temsili bulunan tüm siyasi partileri, sivil toplum örgütlerini, din ve inanç topluluklarını, demokratik basın kuruluşlarını, kanaat önderlerini, aydınları, akademisyenleri, sanatçıları, işçi-emekçi sendikalarını, kadın-gençlik örgütlerini, ekolojist hareketleri sorumluluk altına girerek barış ve demokratik toplum sürecine katılmaya çağırıyoruz.
  • Türkiye’nin sol-sosyalist güçleri, devrimci yapı, örgüt ve şahsiyetlerinin barış ve demokratik toplum sürecini sahiplenmeleri ile halkların, kadınların ve ezilenlerin mücadelesi yeni bir düzey kazanacaktır.
  • Bu, son sözleri ‘Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği ve tam bağımsız Türkiye!’ olan büyük devrimcilerin amaçlarını başarmak anlamına gelecektir.”

Bu kapsamda adam, silah ve PKK arşivinin 5N1K’si daha önemli hale gelmektedir. PKK’nın ideolojik ve silahlı mücadeleden siyasi mücadeleye geçtiğini belirtmesi, analizimizi ispatlamaktadır. Bu kapsamda Türkiye önderliğinde Irak ve Suriye arasında yapılacak koordinasyonla İran ve İsrail’e rağmen sürecin başarılı yürümesi sağlanabilir.

FIRSATLAR VE TEHDİTLER

Biliyoruz ki; en kötü barış en iyi savaştan iyidir. Gelecek nesillere barış içinde bir ülke ve bölge bırakmak için, 2013 yılında heba olan bu süreci değerlendirmek gerekir. Çünkü “PKK’nın zafer kazanacak gücü olmasa da barışı bozacak gücü vardır”. Irak-Türkiye Kalkınma Yolunu sabote edebilir ki; sırtını dayadığı İran Kandil, Şengal ve Rojava vardır.
Bu anlamda, Türkiye’nin 13 günde biten 13 yıllık iç savaştan sonra İran ve Rusya’nın Suriye’den çıkarılması tarihi bir fırsattır. Şam ve Halep hattına artık Türkiye hâkimdir. Ancak bu süreçte İsrail kaynaklı baskı nedeniyle Suriye’nin Lübnanlılaşma tehdidi bulunmaktadır. Çünkü İmparatorluktan Uluslara, bir asır sonra da şehir devletlerine indirgenip, başkenti Kudüs olan Nil’den Fırat’a kadar Büyük İsrail’e yol açan ve Kürdleri İsrail’in köleleri yapmayı hedefleyen David Koridoru ve Batı için PKK-PYD çok ucuz ve etkili bir silahtır.

Unutulmasın ki; PKK resmen bitse de ideolojisi devam edecektir ki; açıklaması bunu doğrulamaktadır. Çünkü Batı’nın zehiri maalesef içeri akmış ve Kürdler de tıpkı Hind-Afrika halkları gibi ontolojik kırılma ve asimilasyona uğradılar.

SONUÇ VE TAVSİYE

Siyaset ve barış, silah ve savaşmaktan daha zordur. 2013-16 yılları arasında başarılamayan süreç şimdi daha da kıymetlidir. Şam ve Halep gibi Süleymaniye havalimanı da açılmalıdır ki Diyarbekir, Süleymaniye ve Halep arasında ring yapalım. İki asırlık kardeşi düşman yapan Avrupa ideolojileri yerine bizi kardeş yapan tarihi ve tabii kodlarımızla dirilip, Frengilerin Şengen’ini örnek alıp Şamgen yapalım. Buna sembol olarak sapık ve ajan Piyer Loti tepesinin asıl adı olan ve 1930’larda değiştirilen mübarek Eyüp Sultan tepesini Kürd ve Türk kardeşliğinin sembolü olarak tekrar İdrisi Bidlisi Tepesi/İdris’in Köşkü yapalım.

Piyer Loti ve Eyup Sultan Haziresinde bulunan İdrisi Bidlis Kabri..

18.yy’da İngiliz İstihbarat ürünü olan Vahabilikle başlayan ve Jön Türkler üzerinden devam eden süreç Osmanlı Toplumunun yapı Sökücülüğü ve Batı odaklı yeniden inşa süreci Baas, CHP ve Kürdler üzerinde DEM/PKK olarak asimilasyon ve ontolojik kırılmaya uğradığı görülmektedir. Ancak buna karşı direnen Abdülhamid bu kez kazanabilir. Liderlerimizi terk etmeyelim. İyinin düşmanı daha iyidir. Biz barış ve iyilikle yolumuza ve sürece destek olanların ömürlerinin uzun olmasına dua edelim.

21’inci yüzyıl dünya dengelerinde Suriye ve ikinci büyük oyun

Prof. Dr. Hüseyin Şeyhanlıoğlu Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA (Arşiv)

Fransız İmparatoru Napolyon, öncelikle küresel Başat Aktör olma hevesi ve İngiltere’ye kaptırdığı zengin Kanada ve Amerika’nın intikamını almak için İngiliz İmparatorluk ağacını kökünden sökmek (Hindistan) ve İmparatorluk yolunu kontrol etmek için Mısır’dan seferine başlarken (1798), Ruslar da aynı anda Türkistan-Kafkasya hattından, Afganistan-İran üzerinden sıcak sulara doğru savaşa başlamışlardı.

Böylece, birinci büyük ıyun da başlamış oluyordu.

En az bir asır süren ve 19’uncu yüzyılda Rusya ve İngiltere arasında, ticaret yolları ve Hindistan’ın kontrolü için, tampon ülke olarak Afganistan’da üzerinde yaşanan, “büyük oyun”un (great game) başlangıç noktası ise bugün ikincisini yaşadığımız yer olan Suriye’dir.

Ruslar, İngilizler ve son olarak Amerikalılar da birer asır arayla, İmparatorluklar mezarlığı olan, Afganistan’da bataklığa saplanırken; Napolyon hayatının başında, ihtiyar kurt lakaplı, Cezzar Ahmet Paşa da hayatının sonunda Akka’da yenilmiştir.

Napolyon son anlarında şöyle der:

Eğer, Akka’da yenilmeseydim, Hindistan’a kadar gidebilirdim. Gerçekten Napolyon, İran’ı da Rus işgaline rağmen kendine müttefik yaparken; İngilizler de İranlılara, Rusların acısını unutturmak için onları Herat’a sevketmişse de Afganlar, İranlılara unutamayacakları bir ders vermişlerdi. Deve kasabı lakaplı Ahmed Paşa ve askerlerinin dışında, 8 padişah ve dönem görecek ve sonradan dünyanın en yaşlı insanı olacak olan Bitlisli Zaro Ağa’nın, bu savaşta kahramanlığı ve tünel kazmadaki mahareti ise tüm şehit ve gazilerimiz gibi rahmetle anmaya değerdir.

Cezzar Ahmed Paşa’nın ordusunda savaşan dünyanın en yaşlı insanı unvanına sahip Bitlisli Zaro Ağa (1774-1934)
Cezzar Ahmed Paşa’nın ordusunda savaşan dünyanın en yaşlı insanı unvanına sahip Bitlisli Zaro Ağa (1774-1934)

 

Parçala, Savaştır ve Yönet (PSY)

Osmanlı İmparatorluğu’nun 1917 yılının sonundan itibaren Şam ve Kudüs’ten çekilmesiyle başlayan süreçten sonra Suriye başta olmak üzere, tüm Ortadoğu; parçala, savaştır ve yönet şeklinde (PSY) Sykes-Pico anlaşmasıyla işgal edilmiştir.

Batı tarafından Ortadoğu’dan en az 108 yıldır uygulanan bu sistem, Afganistan-Pakistan, Pakistan-Hindistan-Bangladeş, Balkanlar, Güney Amerika ve Afrika’da başarıyla uygulanmaktadır.

Esasen bu strateji, çok basit ama etkili 2300 yıllık Aristo-İskender taktiğidir.

Bu dönemde Avrupa’nın ikinci Haçlı-Siyonist ileri karakolu olan İsrail’in, son Gazze, Lübnan, Yemen ve Suriye olaylarında da görülmektedir ki; İkinci Büyük Oyun’da yeni bir aşamaya geçilmektedir.

1948 yılından itibaren Filistin, 1967 savaşından beri de İsrail, Kudüs ve Golan tepelerini işgal altında tutmaktadır.

Sina Yarımadası ve Filistin de İsrail’in kontrolü altına geçmiştir.

2004 yılında ABD Dışişleri Bakanı C. Rise tarafından İsrail’de ilan edilen BOP, Büyük İsrail ve Suriye
2004 yılında ABD Dışişleri Bakanı C. Rise tarafından İsrail’de ilan edilen BOP, Büyük İsrail ve Suriye

 

Bunun başlıca sebebi ise; dünya siyasi hâkimiyeti için vazgeçilemez stratejik coğrafi konumuyla Ortadoğu, 2 su geçiş noktası (Malaka, Kızıldeniz, Cebeli Tarık ve Türk Boğazları), Doğu Akdeniz dâhil olarak dünya enerji kaynaklarının en az yarısına sahip ve 3 büyük semavi dinin mekânı olarak, 21’inci yüzyıl dünya hâkimiyeti için de tıpkı iki asır önce gibi Büyük Oyun sahası olarak görülmektedir.

Bu sahanın merkezi, (Kalbgah/Heartland) Suriye’dir.

ABD’nin II. Dünya savaşından sonra yerleştiği Orta Doğu’da, yaptırdığı ilk darbe (1949-Kürd asıllı Hüsnü Zaim) Suriye’de olmuştur.

(1953’te İran, 1958’de Irak ve 1960’ta da Türkiye’de ve tüm Ortadoğu ülkelerinde de benzeri süreç yaşanmıştır.)

1963 yılına kadar beş darbenin yapıldığı Suriye’de bu tarihten itibaren, Baas Partisi ve Batı destekli Nusayri Esad ailesinin iktidarı ve zulmü, Golan ve Lübnan’ı terk karşılığında başladığı görülmüştür.

Kasım 1970 yılında Hafız Esad iktidarı tamamen kontrol altına aldığında, Suriye Komünist Partisi Lideri Halit Bektaş, bunu “Amerikan Askeri Darbesi” olarak tanımlamış ve günümüze kadar geçen 55 yılda ABD ve İsrail, bugün, Türkiye’ye rağmen Suriye’yi tamamen işgal ve-ya imha etmek istemektedir.

2009 yılı sonunda Tunus’ta başlayan Arap Baharı rüzgârıyla, 2011 yılı Mart ayında Dera’da başlayan basit bir hürriyet isteğinin 8 Aralık 2024 yılında kadar 1 milyon insanın öldüğü, nüfusunun yarısından fazlasının ontolojik kırılmaya uğrayarak asimile olduğu, en az on milyon insanın göçmen duruma düşürüldüğü ve parçalanan Suriye’nin faciaya dönüştürülmesinde de görülmektedir ki; başkenti Kudüs olan Büyük İsrail için de, Suriye ve onun daha önce parçası olan Lübnan da Filistinlileştirilme aşamasına alınmıştır.

Bu nedenle İsrail, öncelikle Nusayri ve Dürziler üzerinde Yeni Suriye rejimini ve Türkiye’yi de parçalamaya çalışmaktadır.

5 Nisan 1946 yılında Suriye’den ayrılan Fransızlardan sonra Suriye’ye gelen ABD, CIA’nın Ortadoğu’daki ilk askeri darbesi olan 30 Mart 1949 yılındaki Suriye’deki General Hüsnü Zaim’den sonra yapılan çok sayıda Batı odaklı askeri darbelerin son halkası Hafız Esed olduğu görülmüştür:

Bu süreçte aşağıdaki noktalar dikkat çekicidir:

1.)    Esed, Filistin’deki Suriye askerlerini geri çekmiştir. Mısır’la olan ittifaka son vermiş ve Mısır’dan önce İsrail’le barış imzalamıştır.

2.)    Bölgenin petrolünü Batı’ya aktaran petrol şirketi olan Aramco’ya kapıları açmış ve Tapline petrol boru hatlarını yapmıştır. Bu nedenle H. Kissinger, 1974 yılında 100 milyon dolarlık yardım isteyen Esad’a 90’a bağışlamıştır. ABD’nin bir diğer jandarması olan İran Şah’ı da Esad’a 150 milyon dolar vermiştir.

3.)    İslam âleminin en büyük âlimlerinin yetiştiği Suriye’de, Allah demek bile yasaklanmış, camiler içindekilerle beraber yok edilmiş, Suriye’nin en büyük siyasi gücü olan Müslüman Kardeşler teşkilatına üye olmak idamlık suç sayılmış ve on binlerce kişi idam edilmiştir. Hama şehri Gazze gibi haritadan silinmiştir. Kürtleri de öncelikle ikiye bölüp (maktumim ve asil) sonra bunların bir kısmına kimlik vermek karşılığında onları Halep, Hama ve Humus’ta ihvana karşı kiralık katiller olarak kullanmıştır. Onların çocuklarını da oğul Beşar PYD ve İsrail ABD ikilisi ise DSG yapmıştır.

4.)    Başta PKK ve DAİŞ olmak üzere Sadneya ve Tedmur’da üretilen onlarca terör örgütüne yardım ve yataklık yapmıştır. Lübnan’ı ABD adına kontrol etmiş ve binlerce Müslümanı katletmiştir.

5.)    1970’lerde İsrail ve kendi iktidarı için tehdit olan en az 200 tanklık Suriye zırhlı tank birliğini Ürdün çöllerine gömmüştür.

6.)    8 yıllık İran-Iran savaşında, Arap Suriye, ne ilginçtir ki; Arap ve Baas olan Irak’a karşı acem İran’ı desteklemiştir.

7.)    Lübnan, Ürdün, Suriye ve İsrail’in kesişme noktası ve su deposu olan Golan, savaşmadan İsrail’e verilmiştir.

8.)    Suriye ordusunun İsrail karşısında tamamen imhasına kasıtlı ortam sağlanmıştır. İstihbarat ve Ordu sadece içerde baskı aracı olarak kullanılmış ve İsrail’e karşı hiçbir zaman direnilmemiştir. ABD bu zaman zarfında Şam’da son derece etkili merkezler kurmuş ve CIA, Suriye’yi fiilen yönetmiştir.

11 Eylül 2001 yılından itibaren de Bölünmüş Ortadoğu Projesine (BOP) uygun olarak bölgede kalıcı işgale doğru ilerleyen İsrail, özellikle son 14 yılda, ABD ve İngiltere başta olmak üzere Batı ve Rusya’nın desteğiyle Suriye’yi de Filistin gibi imha ve işğal aşamasına geçtiği geçmiştir.

Örneğin, sadece son bir haftada İsrail hava ve kara kuvvetleri Suriye’de Şam, Hama ve Humus’ta ağır saldırıları düzenledi.

İsrail’in hava saldırılarında Şam’daki Bilimsel/Teknolojik Araştırma Tesisleri, Lazkiye’deki deniz üsleri ve araçları, Hama’da Askeri Havaalanı, Humus’ta da, Türkiye’nin yerleşmeye çalıştığı T-4 Hava Üssünü özellikle hedef alındı.

Palmira yakınlarındaki bu üsse yapılan korkunç saldırıdan sonra, İsrailli bakanlar da bu saldırının, Suriye’den uzak  durması için Türkiye’ye mesaj olduğunu özellikle belirtti. Lübnan ve Yemen’i de vuran İsrail, Mısır’dan da Sina Yarımadasındaki askerlerini çekmesini istedi.

Osmanlı sonrası Ortadoğu: Fransızların işgalindeki Suriye ve genişleyen İsrail
Osmanlı sonrası Ortadoğu: Fransızların işgalindeki Suriye ve genişleyen İsrail

 

Kısaca 21’inci yüzyılda Çin ve ABD arasında yaşanmakta olan küresel hâkimiyet savaşında da görülmektedir ki Çin bile, Suriye ve İran üzerinden Batı’ya karşı vekâlet savaşını yürütmekte ve Rusya, Ukrayna karşılığında Afrika dahil bölgeden Suriye üssü hariç çekilmeyi kabul etmiş görülmektedir.

Dolayısıyla İkinci Büyük Oyun (Second Great Game) sahasına Ukrayna ve Çin de dâhil olmuştur.

Küresel hâkimiyet yolu: Koridorlar savaşı ve Suriye?

İngiliz vatandaşı Yahudi asıllı, önemli Ortadoğu uzmanlarından olan Patric Seale, “Mezopotamya’yı kontrol altına alamayan bir ülkenin, Ortadoğu’yu kontrol altına alamayacağını” iddia ederken; 19’uncu yüzyılda İngiliz kraliyet donanmasında görevli Amiral Sir Halford Mckinder ise Asya, Afrika ve Avrupa kıtasını Dünya Adası olarak görmekte, bu coğrafyanın kalbgahını (Heartland) Mezopotamya’dan başlayarak, Çin Seddini aşan ve Japonya’ya kadar uzanan bölge olarak tanımlamış, Suriye’yi de bu stratejik yolda Dünya hâkimiyetine giden yolun başlangıç noktası olarak görmüştür.

Esasen Bereketli Hilal olan, Hazar/Akdeniz ve Basra arasında Fırat ve Dicle nehirleriyle sulanan ve petrol-gaz deposu olan bu bölge, bugün maalesef, bölgeden çıkan küresel güç boşluğunun yaşandığı (Osmanlı’nın yıkılması sonucu) bataklık olarak görülmektedir.

Dolayısıyla dünyaya hâkim olmak isteyen bir ülke, öncelikle Suriye’ye hâkim olmalıdır.

Sümer, Asur, Pers, İskender, Roma ve Osmanlı için geçerli olan durum ABD için de geçerlidir.

Bu nedenle Suriye’nin son 80 yılında Rusya ve ABD, İngiltere/Fransa’dan devraldığı bölgede, küresel Başat Güç olarak rol oynarken, Çin de ayılığını hatırlayan dev Panda’yı andırmaktadır.

1917 yılından itibaren İngiltere’nin desteğiyle kurulan İsrail (1948), Mezopotamya’nın verimli hilalinin ana gövdesini oluşturan Irak ve Suriye’nin üçe bölünmesini, 1986 yılında dış politikasının öncelikli hedefi yapmış ve bu hedefine çeyrek asırda ulaşmıştır.

İsrail ayrıca, Süveyş kanalını da by-pass edecek bir kanal projesi yürütmektedir.

 

Sonuç

Suriye, binlerce yıldan beri değişmeyen küresel hâkimiyetin başlangıç noktası olarak görülmektedir.

Bugün bu durum, küresel merkez olma iddiasında olan İsrail ve 21’inci yüzyılı Türkiye Yüzyılı yapma iddiasında olan Türkiye arasında da görülmektedir.

Bu uğurda Bölgesellikten Küreselliğe evrilme aşamasında olan Türkiye 8 Aralık 2024 sabahında Emevi Camii’nde namaz kılarken aynı anda İsrail de Suriye’nin askeri noktalarını aralıksız vurmakta ve doğu-batı ve güney hattından etnik olarak parçalamaya çalışmaktadır.

Aynı şekilde her yıl yüzde on civarında büyüyüp petrole daha bağımlı hale gelen ve bunun yarısından fazlasını Ortadoğu’dan karşılayan Çin de, İkinci Büyük Oyuna dâhil olmuştur.

ABD başta olmak üzere Batı’nın desteğine sahip olan İsrail kısa vadede Suriye’yi istikrarsızlaştırma gücüne sahip olsa da Türkiye’ye karşı uzun vadede Suriye’ye hâkim olma gücü bulunmuyor.

Çünkü Gazze, Lübnan, Yemen, Sudan, Somali ve İdlib’den çıkıp Şam’ı kontrol eden yeni ruh, Gazze olaylarından sonra artık farklı bir cesette atıyor.

Mısır ve Anadolu’daki başarılı fetihlerine rağmen Suriye’yi alamadığı halde, Toroslar hattından, İran ve Hindistan’a geçen İskender, Erbil’den hocası Aristo’ya mektup yazar (M.Ö: 340).

Ben bu kadar büyük bölgeyi ve milletleri nasıl yöneteyim?

Elimdeki adamları idam mı edeyim?

Sürgün mü edeyim? Hapse mi atayım?

Aristo, öğrencisine şöyle cevap verir:

Eğer sen kralları sürgün etsen dışarda birleşip dönebilir ve senden intikam alırlar. Onları hapse atsan oradan bir gün çıkarlar ve yine intikam alırlar. Onları öldürsen çocukları ve halkı senden intikam alır. Sen en iyisi onları birbirine düşür ve azgın azınlığı da iktidar yap. (Başta Suriye olmak üzere Orta Doğu’daki iktidarlar genellikle böyle olmuştur.)  

Bu formül maalesef başta Suriye olmak üzere Ortadoğu’da başarıyla uygulanmışsa da İskender’in İmparatorluğu ömrünü aşamamıştır.

Çok dinli ve kültürlü olan Ortadoğu’da kalıcı bir barış için, bölgede 400 yıl başarıyla uygulanan Pax-Ottoman sisteminin yeniden incelenmesine ihtiyaç olduğu görülmektedir.

Aksine zayıf ve güçlü arasında yarım asırda bir el değiştiren bu coğrafya ’da kan ve gözyaşı eksik olmaz.

Suriye’nin ABD için önemi ve Türkiye

Suriye’nin ABD için önemi ve Türkiye

Prof. Dr. Hüseyin Şeyhanlıoğlu Independent Türkçe için yazdı

ABD askerleri, Suriye’nin kuzeydoğusunda 3 askeri noktayı boşalttı / Fotoğraf: Yunus Keleş-AA

ABD’nin Ortadoğu’da doğrudan yaptırdığı ilk darbe, Suriye’deki Kürt kökenli General Hüsnü Zaim (1949)’in; 1946 yılında Fransa’ya karşı bağımsızlık kazanan Şükrü Kuvvetli’ye karşı yaptırdığı askeri darbedir.

Çünkü Fransa’nın Suriye’den çekilmesinden (1946) sonra Cumhurbaşkanı olan Şükrü Kuvvetli, bağımsızlık yanlısı, İsrail karşıtı ve Lübnan’ı da isteyen Büyük Suriye taraftarıydı.

İstanbul Mülkiye mezunu ve muhafazakâr bir kişi olan Kuvvetli, Mısır’da sürgünden 6 yıl sonra dönüp, seçimle tekrar iktidara gelecek ve Mısır ile Suriye’yi İsrail’e karşı Birleşik Arap Cumhuriyeti olarak birleştirse de Rum Ortodoks Mişel Eflak’ın, çocukları olan Baas Partisi tarafından tekrar devrilecektir (1963).

Kuvvetli ise, 1967 savaşında İsrail karşısında yaşanılan mağlubiyet sonucu kalp krizi geçirip hayatını kaybedecektir.

NATO ve CENTO’ya bağlılığını ilan etmese de, bizde da daha sonra yaşanacak olan darbeciler gibi Hüsnü Zaim’i, Batı Dünyası ve komşu ülkeler hoş karşılarken, ABD ise kanlı darbeye çiçekler gönderecekti.

Çünkü Kasım 1948 yılından itibaren, CIA Orta Doğu uzmanları olan Copeland-Meade ikilisi ve Zaim, en az 6 defa doğrudan görüşeceklerdi.

Ve daha sonra İran lideri Başbakan Musaddık’ın İngiltere ve ABD tarafından devrilmesi (1953) gibi ABD sinemasına senaryo olarak verilecekti.

Irak’ta 1958’de yapılan darbeden sonra Türkiye’de de 27 Mayıs 1960’ta aynı kanlı senaryo uygulanacaktır.

Darbeci Hüsnü Zaim göreve başladıktan hemen sonra 1 yıl önce kurulan İsrail’e karşı savaş karşıtı bir politika takip ederken, darbeden bir hafta sonra İsrail’le barış görüşmelerine başladı.

ARAMCO’nun Basra-Akdeniz petrol boru hattına (TAPLİNE) da onay veren Zaim, İsrail’in, tıpkı bugün Mısır ve Ürdün’ün bile kabul etmediği 800 bin Filistinliye de kapıları açmaktaydı.

Ancak Esadlar, bunları da Tedmur ve Sadneya gibi kamplarda eritecekti.

Böylece İsrail’e insansız topraklar açılmaktaydı.

Ayrıca herkes bilmektedir ki; Ortadoğu’da Suriye’siz bir barış olamazken, Zaim Filistin’de kurulan ve 20 yıl sonra Golan’ı alacak olan İsrail’e de bugüne kadar uzanacak olan Suriye’yi işgal etme cesareti vermiştir.

Bu süreçten bir yıl sonra Albay Sami Hınnavi tarafından yapılan karşı darbeyle devrilen Hüsnü Zaim ve Fransız uşağı Başbakanı Berrazi, kurşuna dizildiyse de CIA, Hınnavi’yi de yine CIA destekli Albay Edip Çiçekli üzerinden devirecek ve CIA son başarılı darbesini de 1963 yılından 8 Aralık 2024 sabahına kadar sürecek olan Baas Parti üzerinden, Suriye’de uygulayacaktır.

ABD, Suriye ve Ortadoğu’nun öneminin farkında olarak 1 Ocak 1983 yılında, Afrika ve Türkistan arasındaki en az 20 ülkede aktif olan, Merkez Kuvvetler Komutanlığı CENTCOM’u kurmuştur.

İran-Irak savaşı, Irak’ın yıkılması (1991-2003) ve Afganistan’ın işgalinden sonra PKK’dan PYD’yi, PYD’den de DSG’yi çıkarmak ve Mazlum Abdi’yi helikopteriyle Şam’a göndermek, CENTCOM’un, darbecilikten artan vaktinde yaptığı işlerinden sadece bir kaçıdır.

Mart 2011 yılında Suriye’de, “Yallah Beşar”,” Doktor Sıra Sende” sloganlarıyla halk devrimi başlarken, milyar dolarlarla Moskova’ya paketlenen Beşar Esad üzerinden ABD’nin, Suriye’nin kontrolünü iki kaynaktan ele geçirdiği görülmektedir:

Sadneya’da ürettiği DAİŞ, DAİŞ bahanesiyle kurduğu Kuzey-Doğu’daki PYD/DSG ve özellikle Irak/Ürdün ve Suriye’nin kesişme noktası olan Tenef ve K/22 askeri üsleri.

Bunlara Suriye’nin su, toprak ve petrol bölgesi olan Fırat’ın doğusundaki beş askeri üssü de buna eklemek lazım.

 

Tahminen 1 milyon kişinin öldüğü, on milyon insanın mülteci olduğu ve ülkenin yarısının yıkıldığı, 1 trilyon dolarlık masraf ve 13 yıllık kanlı bir soykırımdan sonra, 8 Aralık sabahında Şam’da yeni bir süreç başlasa da Şam’ın güneşi kış ortasında bile yüzümüzü yakmaktadır.

Bugün Suriye’de ABD’nin bilindiği kadarıyla en az 8 üssünde 2 bin askeri ve bilinemeyecek kadar silahı bulunmaktadır.

ABD, şimdilik 3 üssünü kapatacağını ifade etmektedir. Buna toparlamak demek daha doğrudur.

Çünkü zaten borcu katlanan ABD’nin bunları destekleme imkânı bulunan Güney Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’de de gemi ve İngiliz/Rum üslerini de kullanabilmektedir.

ABD’nin kara gücü olan PYD’yi, Arap Tay ve Şammar aşiretlerini de Rakka ve Deyrezor bölgesinden bünyesine katarak DSG yapan kişi ise CENTCOM’un diplomatik uzantısı ve Biden’in, Afrika-Orta Doğu Danışmanı, halen ABD işgali altında bulunan Irak Anayasası’nın mimarı olan Brett McGurck’tür.

McGurk DSG’sinin esas amacı da İsrail’e tampon olacak mankurtlar ordusudur.

Maalesef bu konuda Ahmed Şara hükümetiyle anlaşma yapıldıysa da Halep ve Tişrin Barajı’nın devrinde görüldüğü gibi DSG, Suriye’yi fiilen bölen askeri ve siyasi yapısını korumaktadır.

Bu anlamda Suriye’nin normalleşmesi, İsrail ve DSG tarafından engellenmektedir.

 

Bu süreçte Erdoğan liderliğindeki Türkiye’nin taşı çatlatacak kadar sabrı ve 4 milyon Suriyeliye kucak açan Ensari duruşu, Rusya’nın Ukrayna ve ABD’nin de Çin’le boğuştuğu bir sırada bu gerçekleşen bu mucize çok dikkatle değerlendirilmelidir.

Çünkü Baas’la birlikte İran’ı da Şii Hilali ve Direniş Ekseni safsatasıyla İslam Dünyası’nın çekirdeğine yerleştiren CENTCOM tarihi görevinden kolay vazgeçmeyecektir.

Ocak ayında başlayan İkinci Trump döneminde ABD, 30 trilyonluk borcunu ve doymak bilmeyen İsrail’i, Türkiye’ye karşı durdurmaya çalışmaktaysa da artık değirmenin suyu bitmiş durumdadır.

Kuvvetli bir askeri ekonomi, vaz geçilemeyen stratejik konumu ve Antalya Diplomasi Forumu’da da görüldüğü gibi 21’inci yüzyılda değişen dünya dengelerinde, Afrika ve Orta Doğu’da kuvvetli bir yumuşak ve sert güce sahip olan Türkiye, Suriye’yi asla İsrail veya İran’a bırakmayacaktır.

Ticaret savaşlarında Çin’in ABD’ye rest çekmesi ve Rusya-Ukrayna savaşında da görülmektedir ki; ABD artık, rakipsiz küresel Başat Güç değildir.

Daha 40 yıl önce fakir Çin; Kuşak Yol Projesi, yapay zekâ, uzay, elektrikli araç, nadir elementler ve askeri ekonomi alanında, ABD’yle kafa kafaya yarışmaktadır.

5 yıl sonra da makas hızla Çin lehine açılmaktadır. Çin, Afrika’da Türkiye’ye en büyük rakip hem de ticarette Türkiye’yle on kat (40/4) ticaret fazlası ve Doğu Türkistan’daki zulmü görülse de Kalkınma Yolu Projesi ve güvenilmez ABD’ye karşı Türkiye’nin yakından çalışması gereken küresel bir aktördür.

Aynı şekilde Çin’in de direniş eksenlerinden olan İran, bugün İsrail’in hedefine oturtulmuştur.

Batı’nın ikinci Haçlı Kontluğu/Karakolu olan İsrail, 9 Aralık sabahından bu yana Suriye’yi aralıksız bombalamaktadır.

Hem de Türkiye’nin bir daha Suriye’nin işgal ve iç çöküşüne izin vermeyeceğini bildiği halde.

Neden? Çünkü Suriye İsrail için bir güvenlik sorunu bile değilken, 911 km güney istinat duvarı olan Türkiye için bir beka sorunudur.

Kısaca, Bir Osmanlı aydını olan Emir Şekip Arslan’ın torunu Dürzi lider Velid Canbolat’ın da belirttiği gibi;

Türkiye’ye karşı bizi korkutuyorlar. Keşke Osmanlı İmparatorluğu geri gelseydi. Osmanlı İmparatorluğu Tüm İslâm âlemi ve Arapları bir arada tutmaktaydı. Osmanlı İmparatorluğu sonrasında ortaya çıkan milliyetçi fikirler her iki tarafı birbirinden uzaklaştırdı ve her iki tarafta yıkıcı etkiler yaptı. Sultan Abdülhamid Han kendisine verilen tüm imkânlara rağmen Filistin’in tek karışını vermeyerek Türk-Arap bütünlüğünün korunmasında önemli rol oynamıştır.

Batı’nın ileri karakolu olan İsrail ve Türkiye, görüldüğü kadarıyla Suriye üzerinde savaşa sürüklenmektedir.

Çünkü Suriye, Türkiye için beka sorunu iken Batı Dünyası için dünya hâkimiyetinin merkezi olarak görülmektedir.

Gazze’deki duruma bakılırsa İsrail’in Haçlılar ve Moğollar gibi yeni bir Baybars ve Selahaddin’le karşılaşması kaçınılmaz gibidir.

Suriye’deki barış süreci

Şeyhanlıoğlu: “Suriye’deki barış süreci, Türkiye liderliğindeki Arap ve Kürtlerin ortak tarihi zaferidir

iha.com.tr – Orijinal Yazı

Şeyhanlıoğlu: "Suriye’deki barış süreci, Türkiye liderliğindeki Arap ve Kürtlerin ortak tarihi zaferidir"

Kütahya Dumlupınar Üniversitesi (DPÜ) Uygulama ve Araştırma Merkezleri Koordinatörü, Orta Doğu Uzmanı Prof. Dr. Hüseyin Şeyhanlıoğlu, Suriye’de sağlanan barış sürecine ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Şeyhanlıoğlu, “Hem Türkiye’deki hem de Suriye’deki barışın arkasındaki en büyük gücün Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın karizmatik liderliğindeki Türkiye’nin güçlü, kararlı, azimli ve sabırlı stratejisinin sonucu olduğunu” ifade etti.

“Türkiye, Suriye’nin tıpkı Kıbrıs gibi siyasi ve coğrafi garantörüdür”

Prof. Dr. Şeyhanlıoğlu, Türkiye’nin uzun süredir Suriye’nin toprak, nüfus, siyasi ve stratejik bütünlüğünü korumak için yoğun çaba sarf ettiğini vurguladı. Türkiye’nin kararlı duruşunun yanı sıra, ABD’nin Çin’le hesaplaşması, ekonomik sıkıntıları ve değişen dünya dengeleri nedeniyle, ABD’nin Şam yönetimiyle anlaşmak zorunda kaldığını belirtti. 8 Aralık 2024 sabahında başlayan Yeni Suriye’nin, 9 Mart 2025 akşamında imzalanan barış anlaşmasıyla, Suriye’nin siyasi ve coğrafi yapısını korumak açısından tarihi önemde olduğunu ve Suriye halkının tamamında bu barışa destek verildiğini vurguladı. Buna karşı olarak da İsrail’in Büyük İsrail için Davud Koridoru ve ABD’nin Bölünmüş Ortadoğu Projelerinin de henüz masada olduğuna dikkat çekti.

Şeyhanlıoğlu sözlerini şöyle sürdürdü: “Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şara ve PKK’nın Suriye kolu DSG’nin Askeri Komutanı Mazlum Abdi arasında yapılan anlaşmayla; Bölünmüş Ortadoğu Projesi yerine Bereketli Hilal Birliği yönünde önemli bir adım atılmış oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin önderliğinde başlayan, Öcalan’ın terör defterini kapatmasıyla devam Ortadoğu’daki barış sürecinde Kürtler, bu coğrafyanın bütünleştirici ve kavşak noktası olduğunu da gösterdiler. Suriye’nin 1950 Anayasası’na göre ülkenin asli unsuru olan Kürtler, Baas döneminde diğer Sünni Müslümanlar gibi Baas-Nusayri azınlığın korkunç baskısı altında kaldı. Kürtler, askerlik yaparlardı ancak memur olamazlardı. En fazla çiftçi, kaçakçı ya da orta halli bir esnaf olabilirlerdi. En az 300 bin Kürt, Türkiye’den geldiği gerekçesiyle maktimum, yani kimliksizlerdi. Muhaberat, Suriye halkının neredeyse tamamını Sadneya ve ona rahmet okutan Tedmur cezaevinde eritti. Hama şehrini 1982 yılında içindeki 50 000 kişiyle haritadan sildi. Bunun aynısını Kürt ve Türkmenlere de uyguladı. Ümit ediyoruz ve kuvvetle inanıyorum ki; “Önümüzdeki dönemde, Türkiye, Irak ve Suriye arasında; insan, mal, sermaye, hizmet ve teknolojinin, Avrupa Birliği Şengen Uygulaması gibi, serbest dolaşacağı ve Türkiye tarafındaki artan GAP suları, Irak petrolü ve Suriye’nin bakir Mezopotamya topraklarıyla birleşerek (Üç ülke arasında Su, Petrol ve Toprak Birliği) kurulacağı bir dönem olur. Ancak bu süreci bozmak için Batı Dünyası, terör ve suikastlar dahil her imkanı kullanacaktır. Buna karşı bu coğrafyada yaşayan halklar olarak asla birbirimizle çatışmamalı ve sorunlarımızı konuşarak halletmeliyiz. Kürtlerin altın dönemi Yavuz Sultan Selim ve İdrisi Bidlisi ittifakıyla başlayan süreçtir(1517-1917). Bundan günümüze kadar (1918) Orta Doğu’da sadece İsrail’in rahat ettiği bir dönem oldu”

“Ortadoğu’nun parçalanması sadece Batı’nın ileri karakolu İsrail’in çıkarına”

Bölgedeki jeopolitik dengelere de değinen Şeyhanlıoğlu, İsrail’in “Arz-ı Mev’ud” hedefini Gazze ve Lübnan’daki bataklıklarda görüldüğü gibi gerçekleştirmekte zorlandığını ve ABD’nin de savaşın uzamasının, özellikle Çin ve milli çıkarlarına zarar verdiğini fark ettiğini belirtti. Bu nedenle Ukrayna’yı barış masasına çekme çabasına benzer şekilde Suriye’de de bir normalleşme sürecinin başlatıldığını ifade etti. Ancak bu konuda Tenef başta olmak üzere Irak ve Suriye’de kontrol üslerini elinde tuttuğuna” dikkat çekti.

“Suriye’nin normalleşmesi tarihi bir adımdır”

Barış sürecinin Türkiye için bir zafer olduğunu vurgulayan Şeyhanlıoğlu, “Ortadoğu’nun daima bölünmüş ve birbirleriyle kavgalı halde tutulmasının sadece Batılı güçlerin çıkarına olduğunu belirtti. Özellikle anlaşmanın dördüncü maddesinde yer alan “PYD’nin Suriye ordusuna entegre edilmesi” ifadesine dikkat çeken Şeyhanlıoğlu, bu durumun ileride sıkıntı olabileceğini ve bunun yerine Anayasal eşitlik ve İslam kardeşliği temelinde meclis ve doğrudan halk desteğiyle kurulacak bir başkanlık modeliyle Suriye’nin huzura kavuşabileceğini belirtti. Böylece, “Yönetimde istikrar ve temsilde adalet” sistemiyle, Kürtlerin İsraili mankurdu veya Batılı ülkelerin Türkiye ve Irak’a karşı terörize edilmelerinin devresi de kapanmış olur. Çünkü Batı Dünyası, Kürtlerin Selahaddini Eyyubi ve Kurtuluş savaşındaki, Osmanlı birliği çalışmalarından dolayı (Hamidiye Alayları gibi) Kürtleri hem terör hem de Batılı iktidarlar (Baas gibi) cezalandırdı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da toplantılarda Suriye’nin toprak bütünlüğüne olan desteğini ve Kudüs’teki İsa El Hakkari Caddesi ve Medresesine” atıfta bulunmasının çok manidar olduğunu” vurguladı.

“Kürtler, Suriye’nin ve Orta Doğu’nun asli unsuru haline geldi”

Prof. Dr. Şeyhanlıoğlu, bu barış sürecinin Kürtler için de önemli bir dönüm noktası olduğunu belirterek, Kürtlerin artık Suriye’nin hukuki ve siyasi yapısında asli bir unsur haline geldiğini Türk, Kürt ve Arap halkları başta olmak üzere Dürzi, Ezidi ve Nusayriler için de önemli bir kazanım olduğunu belirterek, “Suriye’nin normalleşmesi açısından 9 Mart 2025 tarihi, 63 yıllık Baas iktidarının devrildiği, 14 yıllık iç savaşın bittiği 8 Aralık 2024 sabahı kadar Orta Doğu siyasi tarih açısından kritik bir dönüm noktası olmuştur” dedi.

Şeyhanlıoğlu: "Suriye’deki barış süreci, Türkiye liderliğindeki Arap ve Kürtlerin ortak tarihi zaferidir"

Şam-SDG anlaşması

Şam-SDG anlaşmasıyla kalıcı barış sağlandı mı? 8 maddede 11 ‘mayın’

 – Güncelleme: 

Şam-SDG anlaşmasıyla kalıcı barış sağlandı mı? 8 maddede 11 'mayın'

Gündem Haberleri  / Türkiye Gazetesi

Suriye hükûmetinin, SDG ile anlaşması “Bundan sonra ne olacak?” sorusunu akıllara getirdi. Prof. Dr. Hüseyin Şeyhanlıoğlu “Yeni Suriye’nin kurulmasında 8 Aralık sabahı kadar önemli” dediği anlaşmadaki mayınlı noktalara dikkati çekti.

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şara, terör örgütü PKK’nın Suriye kolu PYD’yi de içinde barındıran Suriye Demokratik Güçlerinin (SDG) elebaşı Ferhat Abdi Şahin ile silahların bırakılması için el sıkıştı. Anlaşma ile Suriye’de yeni bir dönem başlarken Kütahya Dumlupınar Üniversitesinden Prof. Dr. Hüseyin Şeyhanlıoğlu “Suriye’de kalıcı barış sağlandı mı?” sorusunun cevabını aradı. Prof. Dr. Şeyhanlıoğlu şunları kaydetti:

Şam-SDG anlaşmasıyla kalıcı barış sağlandı mı? 8 maddede 11 'mayın' - 1. Resim

“ARAP” KELİMESİ KALKACAK

Kuzey ve Doğu Suriye’deki petrol ve 10.000 DEAŞ’lının kaldığı tahmin edilen hapishaneler, Yeni Suriye Ordusu ile ortak kontrol edilecek. Süreci takip eden ve kontrol eden ortak dört komisyon kurulacak. SDG ve Yeni Suriye Ordusu ortak istihbarat paylaşımı yapacak. Anlaşmanın garantörleri İngiltere, ABD, Almanya ve Fransa. Bu anlaşmayı Türkiye ve Katar da memnuniyetle karşıladı. Böylece, SDG Suriye toplumun en büyük etnik grubu (Yüzde 20 civarındaki Kürt’ü, toprakların yüzde 40’nı, su ile petrolün yüzde 90’ını ve 8 milyon civarında bir nüfusu kontrol ediyor) iki taraf arasında imzalanan anlaşma, 8 maddeden oluşuyor ve bunun içinde Suriye’nin genelinde çatışmaların durdurulması, SDG’nin Suriye savunma yapısına dâhil edilmesi ve bölgedeki bütün petrol ve gaz sahalarının Suriye yönetimi tarafından kontrol altına alınması yer alıyor.

Anlaşmanın bir diğer önemli maddesi, Kürt halkının Suriye Devleti içinde resmî bir toplum olarak kabul edilmesi ve bütün vatandaşlık haklarının garanti altına alınması oldu. Böylece dil ve kimlik problemi kalmayacak. Yeni anayasada Suriye Arap Cumhuriyeti değil de sadece Suriye Cumhuriyeti ifadesi olacak.

Şam-SDG anlaşmasıyla kalıcı barış sağlandı mı? 8 maddede 11 'mayın' - 2. Resim

ÇEKİL DENİLİR Mİ?

“Yeni Suriye’nin kurulmasında bu anlaşma 8 Aralık sabahı kadar tarihîdir” diyen Prof. Dr. Şeyhanlıoğlu, Türkiye’nin gölgesi altında yapılan mutabakatta mayınlı başlıklar bulunduğunu söyledi. Şeyhanlıoğlu, 8 maddelik anlaşmadaki 11 endişeyi şöyle sıraladı:

1. Yeni anayasanın yazılımı.
2. Petrol ve sınır kapılarının kontrolü.
3. David Koridoru ve BOP.
4. Türkiye’nin Suriye’nin toprak ve siyasi bütünlüğüne yönelik kararlı baskısı.
5. Öcalan’ın barış çağrısı.
6. Dokuz aylık süre çok uzun ve sıkıntılar çıkabilir. (Cenevre görüşmeleri gibi…)
7. Ukrayna’yı satan ABD yönetimi, İran’ın güvenilmezliği ve İsrail’in Müslüman Kürt halkı tarafından kabul edilmemesi.
8. İsrail’in Suriye’ye saldırıları ve Netanyahu’nun, Dürzileri kışkırtması.
9. Bu anlaşmadan sonra Türkiye’ye de ‘Güvenli bölgelerden çekil’ denilir mi?
10. Afganistan’dan bile işgal silahlarını geri isteyen Trump, ABD silahlarını geri alır mı? Ya da bu silahlar, her gün İsrail tarafından kışlaları bombalanan Suriye’ye verilir mi?
11. SDG’nin içindeki Deyrizor ve Rakka’daki Tayy ve Şammar aşiretlerinin SDG’den her an kopuş gösterebilmeleri ve Afrin’nden buraya göçen halkın geri dönüş talepleri.
Unutulmasın ki, Dayton ve Irak Barışı, yönetemeyen ve Lübnan gibi bir devlet ortaya çıkardı. Bu anlaşmada bu risk bulunmaktadır.

 

Bölünmüş Ortadoğu Projesi

Bölünmüş Ortadoğu Projesi: Ahmed eş-Şara’nın Türkiye, Netanyahu’nun Amerika ziyareti

Prof. Dr. Hüseyin Şeyhanlıoğlu Independent Türkçe için yazdı

Erdoğan’ın Güney ve Doğu Asya turu

Prof. Dr. Hüseyin Şeyhanlıoğlu: “Erdoğan’ın Güney ve Doğu Asya turu tarihi bir adımdır”

Prof. Dr. Hüseyin Şeyhanlıoğlu: "Erdoğan’ın Güney ve Doğu Asya turu tarihi bir adımdır"

Kütahya Dumlupınar Üniversitesi (DPÜ) Uygulama ve Araştırma Merkezleri Koordinatörü, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı Prof. Dr. Hüseyin Şeyhanlıoğlu, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, Malezya, Pakistan ve Endonezya’yı kapsayan Güney ve Doğu Asya turunu tarihi bir adım olarak nitelendirdi.

Özellikle Endonezya ve Pakistan’ın Osmanlı mirasıyla bağlarına dikkat çeken Prof. Dr. Hüseyin Şeyhanlıoğlu, dinamik İslami bilince ve genç bir nüfusa sahip olan Malezya’nın ise dünya ticaretinin yaklaşık yüzde 40’ının geçtiği Malakka Boğazı’na sahip olması nedeniyle stratejik önem taşıdığını belirtti.

Prof. Dr. Şeyhanlıoğlu, Erdoğan’ın Malezya’da coşkuyla karşılandığını ve Malaya Üniversitesi tarafından kendisine fahri doktora unvanı verildiğini hatırlatarak, bu ziyaretin İslam dünyasının daha güçlü bir birlik oluşturması açısından kritik olduğunu vurguladı. En büyük nüfusa sahip olan Endonezya (Dünyada 4. Sırada 285 milyon) ve nükleer güce sahip tek İslam ülkesi olan Pakistan’ın (240 milyon) başta olmak üzere, İslam ülkelerinin kendi sorunlarını çözebilecek askeri bir üst kurumsal yapı oluşturması gerektiğini belirten Şeyhanlıoğlu, bu yapının Çin, Rusya ve Batı karşısında İslam dünyasının daha etkin olmasını sağlayacağını ifade etti.

“Türkiye, İslam dünyasının tabii ve tarihi lideridir”

Türkiye’nin İslam dünyasındaki lider rolüne dikkat çeken Prof. Dr. Hüseyin Şeyhanlıoğlu, “Türkiye, son bin yılda olduğu gibi bugün ve önümüzdeki yüzyıllarda da İslam dünyasının lideridir. Türkiye’nin tabii ve tarihi rolünü, küresel ve bölgesel şartlar da devam ettirmektedir” dedi.

Şeyhanlıoğlu, Türkiye’nin Soğuk savaş döneminin etkilerini geç de olsa üzerinden atarak, 2019 yılında başlattığı Dış İşleri Bakanlığı bünyesinde “Yeniden Asya” girişimiyle Endonezya, Pakistan, Malezya başta olmak üzere diğer Asya ülkeleriyle de ilişkilerini güçlendirme yolunda önemli adımlar attığını belirtti.

Erdoğan’ın bu ziyareti, Türkiye’nin Orta Doğu’nun ötesinde, Uzak Asya’daki bağlarını da güçlendirme stratejisinin bir parçası olarak değerlendir ve bu coğrafyanın Osmanlı döneminde Cava Yarımadası’na, Portekiz işğaline karşı verilen desteği hatırlatan Şeyhanlıoğlu, günümüzde de Türkiye’nin İslam dünyasının ortak çıkarlarını koruma noktasında aynı hassasiyeti ve tarihi misyonu taşıdığını söyledi.

Filistin ve Gazze konusunda net tavır

Prof. Dr. Hüseyin Şeyhanlıoğlu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İstanbul Havaalanında yaptığı açıklamalarında, Filistin meselesi ve İsrail’in Gazze’deki saldırılarına karşı İslam ülkelerinin birlik içinde hareket etmesi gerektiği vurgulandı. Pakistan, Malezya ve Endonezya gibi ülkelerin İsrail’e karşı net bir duruş sergilediğini belirten Hüseyin Şeyhanlıoğlu, bu ülkelerin Gazze’de önemli yatırımları bulunduğunu ve dayanışmanın, bölgeye en yakın ve duyarlı ülke olarak ortak hareketle artarak devam etmesi gerektiğini ifade etti. Bu ziyaretin, İslam İşbirliği Teşkilatı bünyesinde askeri veya siyasi bir yapılanmaya dönüşüp dönüşmeyeceği konusunda önemli katkılar sunacağını düşünen Şeyhanlıoğlu, Batı’nın ileri karakolu İsrail’e karşı ortak sürecin nasıl şekilleneceğini merakla beklediklerini dile getirdi.

Yeni “çözüm süreci’nin başarı şansı

Prof. Dr. Hüseyin Şeyhanlıoğlu Independent Türkçe için yazdı