Şunu ara:
Asırlık asimilasyondan kutsal barışa

“Siyaset ve barış, silah ve savaşmaktan daha zordur.” diyen Prof. Dr. Hüseyin Şeyhanlıoğlu 47 yılın ardından kendisini fesheden terör örgütü PKK’yı ve bundan sonraki süreçte karşılaşılabilecek fırsat ve tehditleri yazdı.

Asırlık asimilasyondan kutsal barışa
GİRİŞ 12.05.2025 16:34GÜNCELLEME 12.05.2025 16:57

Kütahya Dumlupınar Üniversitesi’nde görev yapan Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı Prof. Dr. Hüseyin Şeyhanlıoğlu’nun “Asırlık asimilasyondan kutsal barışa”  başlıklı yazısı şu şekilde;

İkinci Viyana kuşatmasının (1683), esasen iç ihanet, sefahet ve gaflet kaynaklı başarısızlığından sonra Osmanlı İmparatorluğu bir asır sürecek olan, “Nizam-ı Kadim mi, yoksa Avrupa merkezli Nizamı Cedit mi?” konulu “Kurtuluş Reçetesi” arayışına girmiştir. Bu arayış süreci, askeri ihtiyaç odaklı olarak başlamışsa da kısa zamanda bürokrat ve aydınlar arasında Avrupa düşünce ve sosyal hayatının da örnek alınması şeklinde devam etmiştir.

Tanzimat (1839), Islahat (1856) ve son olarak 33 yıl boyunca bu sürece karşı duran muhafazakâr II. Abdülhamid’in dış destekli bir darbeyle devrilmesinden sonra (23 Temmuz 1908) Batılılaşma, İttihat ve Terakki’nin iktidarıyla kurumsallaşmıştır. Böylece, Batı’ya doğru çekilen geminin Doğu’ya bakan yolcuları olan bir millet ortaya çık(arıl)mıştır.

Bu dönemde özellikle Fransız İhtilali’yle başlayan Milliyetçi ve Batıcı ideolojiler, birer frengi hastalığı olarak Osmanlı İmparatorluğunun çekirdeğine kadar parçalanmasına yol açmıştır ki; İngiliz Ali’nin Sirkeci’de İngiltere sefirinin atlar yerine arabasını çekmesiyle başlayan Türkçülük, Halil Ganem’le Arapçılık ve İshak Sükuti-Abdullah Cevdet’le Kürd Baası olarak günümüze kadar gelmiştir.

Prof. Dr. Hüseyin ŞeyhanlıoğluProf. Dr. Hüseyin Şeyhanlıoğlu

Jön Türkler ve İttihat Terakki Fırkası (İTF) üzerinden kurumsallaşan, Batı(l)cı siyasi düşünce sistemi Türkiye’de CHP, özellikle Irak/Suriye Arapları arasında Baas Partisi ve son olarak Kürdler arasında DEM/YNK/PKK/PYD olarak devam etmiştir.

Kısaca İTF üzerinde İslam Dünyasına, ırkçı ve Batıcı ideolojik frengi hastalığı bulaştırıldı. Öncelikle Türklere 1908-1950 arasında Yahudi Mozi Kohen (Tekin Alp) ve Ermeni Agop Dilaçar üzerinde batıcı ve ırkçılık, Araplara da Rum Ortodoks Lübnanlı Mişel Eflak üzerinden batıcı ve ırkçı Baas, Kürdlere de aynı mantıkla batıcı ve ırkçı DEM/YNK ve PKK batıcılık ideolojisi yüklendi.

Batılılaşma sürecindeki Osmanlı İmparatorluğu (Kaynak: https://tr.wikipedia.org/wiki/Sykes-Picot_Anla%C5%9Fmas%C4%B1)

İslam’ın çekirdeğindeki üç büyük temel olan Türk, Kürd ve Araplara İslam’ın dışında, İsrail’e dost, kendi aralarında kavgalı ve Batı’nın mankurdu olan ideolojiler virüs gibi bulaştırıldı. Ancak bu ideolojilerin de devri artık bitti. Ancak yerimizde durduğumuzda güneş, tekrar doğudan doğuyor.

Türkiye’de de 1950 yılında başlayan süreç ağır bedellerle de olsa Özal ve Erbakan hattından Çankaya’yı Külliye’ye taşıyan Erdoğan ve Bahçeli’nin eliyle bitti. Nisan 2003 yılından Saddamizm’in Irak’ta idam edilmesinden sonra 13 yıllık kanlı bir dış kaynaklı iç savaştan sonra 8 Aralık 2024 sabahında Suriye’de bitti. Ve son olarak Apoizm olarak görülebilen PKK da iflasını ilan etmek zorunda kaldı. Çünkü PKK, Selahaddin’i Eyyubi ve İdrisi Bidlisi’nin evladları Kürdlere hâkim olamadı.

APOCULARIN KÜRDLERİ ZOR GÜCÜYLE DÖNÜŞTÜRMESİ

Urfa’nın sıcak yazında damda yatıyorduk. Henüz 6 yaşındayım. O zamanlar su, sadece geceleyin iki saat akıyor. Annem damdaki su deposunu doldurmuştu ki; sokaktan gece karanlığında ilerleyen iki adam, “Teyze, bir tas su verir misin?” dedi. Annem, bu saat su mu istenir terbiyesizler? Diye kızınca yan komşu olan teyze de korkudan, anneme, eliyle işaret ederek, “su/s, bunlar Apocu/Telebe” dedi. Derken bir hafta sonra amcaoğlumuz, ülkücü gençlerden Mehmet Şeyhanlıoğlu’nu öldüren iki kurşun sesi duydum. Maalesef son şehidimiz olan muhtarımız, İbrahim İnco’nun PKK tarafından şehid edildiğini 36 yıl sonra (28.03.2016) görmek de kaderimde olacaktı.

PKK’dan sonra Urfa sıcağında, sabahlara kadar süren çatışmalarda artık damda yatmaya da korkuyorduk. Ardından Eyyubiye karakolunun yakıldığı, Eyyubiye komiserinin öldürüldüğü haberleri ve Siverek-Hilvan bölgesinde PKK’nın devletin ajanı olarak gördüğü aşiret ağası bir milletvekilini öldürüp karısını kaçırmak ve feodaliteye karşı savaşı şiddetlenerek devam etti.

Kısaca Fransız İhtilali’nden ders alan ve Batı’nın memesinden süt kardeşi olan Jön Kürdler de, Jön Türk ve Jön Araplar gibi teoriden pratiğe geçmişlerdi artık. Cahil olan halk, yukardan aşağı Öcalan’ın zoruyla dönüştürüleceklerdi. 1908-50 arasında, Türkiye’de, 1963’ten itibaren de Suriye ve Irak’ta Baas devrimleri öyle yapılmamış mıydı?
Ancak herkesin birbirini tanıdığı aşiret odaklı toplumsal yapıya dayanan Şanlıurfa’da soy ağacı zayıf ve karışık olan A. Öcalan’ın din, asalet, kültür ve aşiret düşmanlığı hayatının temel felsefesi olmuştur.

Bu nedenle toplumsal yapıyı kırmak için tıpkı Fransız İhtilali’ni yapan çapulcular gibi şiddet yoluna başvurmuş, Hilvan’da Süleyman aşiretine mensup belediye başkanın kafasına silah dayamışsa da Siverek-Karacadağ hattında başarılı olamamıştır. Öcalan’ın tabiriyle Siverek’i aşsaydık, Adana’ya ulaşabilirdik.

Kısaca, 1978 yılından itibaren başlayarak, Güneydoğu’da Apocu ya da Talebe olarak tanımlanan PKK’nın 40 yıllık kanlı dükkânını kapatıp gittiğini göremeyip giden, hayatıyla bedel ödeyen on binlerce kişi, yanan evler, köyler ve binlerce traktör oldu.

40 yıl sonra (2014) da Kamu Güvenliği Müsteşarlığı adına Irak’ta saha çalışmaları yaptım. Bu çalışmalarda PKK’nın gerçek yüzünü ve hiçbir ahlaki değeri olmayan ideolojisini tanıma imkânı buldum.

Bugün IKBY Dış İlişkiler Sorumlusu Sefin Dızayi ve Hüseyin Şeyhanlıoğlu: PKK, fakirlerin evini yıkıyor ve Kürdlerden haraç alıyor.” (2014 Kasım/Erbil)

Bu anlamda Öcalan’dan sonra örgütün başına geçen Botan lakaplı Nizamettin Taş ve çok sayıda üst düzey PKK komutanlarıyla görüştüm. Onlara göre PKK’nın, “birinci görevi silahlı çatışma değil, Kürdlerin kültürünü ve düşünce yapısını değiştirmektir. Çünkü örgüt içinde bir kişi, silahlı eğitimden önce %90 beyin yıkama faaliyetlerine tabi tutulur. Bu eğitimden sonra itibaren ayıp ve günah olabilecek tüm insani ve İslami değerlerinden arındırılır ki; böylece gözünü kırpmadan en yakınını öldürebilir.  Çünkü müfredat, Fransız İhtilali değerlerinin toplumu formatlamasının birinci aracıdır. Amaç gösterilir ama esas hedef bizzat araçtaki kişidir ve o da yolda ajanlıkla itham edilip infaz edilir.

Bu anlamda binlerce köyün boşaltılması, milyonlarca kişinin yerinden edilmesi ve şiddet, Öcalan’ın tabiriyle, “Zor”un gücüyle PKK, fazlasıyla hedefine ulaşmış ve binlerce ajanı infaz etmişti. Ancak bazı dönem ve olaylar vardır ki; bu konuda PKK’nın boyunu aşan olayların yaşandığı görülmektedir. Bu nedenle PKK/Gladyo ilişkisinin boyutu için arşivi çok değerlidir.

2004 Kongresi’nden sonra PKK’dan 2000 kişiyle ayrılan Nizamettin Taş (sağda) ile Ünlü IKSDP Lideri Hacı Mahmud’la görüşme (Erbil. 2014)

Yarım asırlık PKK’nın fesih ve silah bırakması aşağıdaki kararlar doğrultusunda önemlidir:

  • PKK 12’nci Kongresi (Gara ve Kandil: 5/7 Mayıs 2025), pratikleşme süreci Önder Apo tarafından yönetilmek ve yürütülmek üzere PKK’nin örgütsel yapısının feshedilmesi ve silahlı mücadele yöntemini sonlandırması kararlarını alarak PKK adıyla yürütülen çalışmaları sonlandırdı.
  • Kongremizin aldığı PKK’nin fesih ve silahlı mücadele yöntemini sonlandırma kararı kalıcı barışa ve demokratik çözüme güçlü bir zemin sunmaktadır.
  • Söz konusu kararların uygulanması Önder Apo’nun süreci yürütüp yönlendirmesini, demokratik siyaset hakkının tanınmasını ve sağlam bütünlüklü bir hukuki güvenceyi gerektirir.
  • Bu aşamada Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin tarihi sorumlulukla rolünü oynaması önemli olmaktadır. Aynı şekilde hükümet ve ana muhalefet partisi başta olmak üzere mecliste temsili bulunan tüm siyasi partileri, sivil toplum örgütlerini, din ve inanç topluluklarını, demokratik basın kuruluşlarını, kanaat önderlerini, aydınları, akademisyenleri, sanatçıları, işçi-emekçi sendikalarını, kadın-gençlik örgütlerini, ekolojist hareketleri sorumluluk altına girerek barış ve demokratik toplum sürecine katılmaya çağırıyoruz.
  • Türkiye’nin sol-sosyalist güçleri, devrimci yapı, örgüt ve şahsiyetlerinin barış ve demokratik toplum sürecini sahiplenmeleri ile halkların, kadınların ve ezilenlerin mücadelesi yeni bir düzey kazanacaktır.
  • Bu, son sözleri ‘Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği ve tam bağımsız Türkiye!’ olan büyük devrimcilerin amaçlarını başarmak anlamına gelecektir.”

Bu kapsamda adam, silah ve PKK arşivinin 5N1K’si daha önemli hale gelmektedir. PKK’nın ideolojik ve silahlı mücadeleden siyasi mücadeleye geçtiğini belirtmesi, analizimizi ispatlamaktadır. Bu kapsamda Türkiye önderliğinde Irak ve Suriye arasında yapılacak koordinasyonla İran ve İsrail’e rağmen sürecin başarılı yürümesi sağlanabilir.

FIRSATLAR VE TEHDİTLER

Biliyoruz ki; en kötü barış en iyi savaştan iyidir. Gelecek nesillere barış içinde bir ülke ve bölge bırakmak için, 2013 yılında heba olan bu süreci değerlendirmek gerekir. Çünkü “PKK’nın zafer kazanacak gücü olmasa da barışı bozacak gücü vardır”. Irak-Türkiye Kalkınma Yolunu sabote edebilir ki; sırtını dayadığı İran Kandil, Şengal ve Rojava vardır.
Bu anlamda, Türkiye’nin 13 günde biten 13 yıllık iç savaştan sonra İran ve Rusya’nın Suriye’den çıkarılması tarihi bir fırsattır. Şam ve Halep hattına artık Türkiye hâkimdir. Ancak bu süreçte İsrail kaynaklı baskı nedeniyle Suriye’nin Lübnanlılaşma tehdidi bulunmaktadır. Çünkü İmparatorluktan Uluslara, bir asır sonra da şehir devletlerine indirgenip, başkenti Kudüs olan Nil’den Fırat’a kadar Büyük İsrail’e yol açan ve Kürdleri İsrail’in köleleri yapmayı hedefleyen David Koridoru ve Batı için PKK-PYD çok ucuz ve etkili bir silahtır.

Unutulmasın ki; PKK resmen bitse de ideolojisi devam edecektir ki; açıklaması bunu doğrulamaktadır. Çünkü Batı’nın zehiri maalesef içeri akmış ve Kürdler de tıpkı Hind-Afrika halkları gibi ontolojik kırılma ve asimilasyona uğradılar.

SONUÇ VE TAVSİYE

Siyaset ve barış, silah ve savaşmaktan daha zordur. 2013-16 yılları arasında başarılamayan süreç şimdi daha da kıymetlidir. Şam ve Halep gibi Süleymaniye havalimanı da açılmalıdır ki Diyarbekir, Süleymaniye ve Halep arasında ring yapalım. İki asırlık kardeşi düşman yapan Avrupa ideolojileri yerine bizi kardeş yapan tarihi ve tabii kodlarımızla dirilip, Frengilerin Şengen’ini örnek alıp Şamgen yapalım. Buna sembol olarak sapık ve ajan Piyer Loti tepesinin asıl adı olan ve 1930’larda değiştirilen mübarek Eyüp Sultan tepesini Kürd ve Türk kardeşliğinin sembolü olarak tekrar İdrisi Bidlisi Tepesi/İdris’in Köşkü yapalım.

Piyer Loti ve Eyup Sultan Haziresinde bulunan İdrisi Bidlis Kabri..

18.yy’da İngiliz İstihbarat ürünü olan Vahabilikle başlayan ve Jön Türkler üzerinden devam eden süreç Osmanlı Toplumunun yapı Sökücülüğü ve Batı odaklı yeniden inşa süreci Baas, CHP ve Kürdler üzerinde DEM/PKK olarak asimilasyon ve ontolojik kırılmaya uğradığı görülmektedir. Ancak buna karşı direnen Abdülhamid bu kez kazanabilir. Liderlerimizi terk etmeyelim. İyinin düşmanı daha iyidir. Biz barış ve iyilikle yolumuza ve sürece destek olanların ömürlerinin uzun olmasına dua edelim.

Suriye’nin ABD için önemi ve Türkiye

Suriye’nin ABD için önemi ve Türkiye

Prof. Dr. Hüseyin Şeyhanlıoğlu Independent Türkçe için yazdı

ABD askerleri, Suriye’nin kuzeydoğusunda 3 askeri noktayı boşalttı / Fotoğraf: Yunus Keleş-AA

ABD’nin Ortadoğu’da doğrudan yaptırdığı ilk darbe, Suriye’deki Kürt kökenli General Hüsnü Zaim (1949)’in; 1946 yılında Fransa’ya karşı bağımsızlık kazanan Şükrü Kuvvetli’ye karşı yaptırdığı askeri darbedir.

Çünkü Fransa’nın Suriye’den çekilmesinden (1946) sonra Cumhurbaşkanı olan Şükrü Kuvvetli, bağımsızlık yanlısı, İsrail karşıtı ve Lübnan’ı da isteyen Büyük Suriye taraftarıydı.

İstanbul Mülkiye mezunu ve muhafazakâr bir kişi olan Kuvvetli, Mısır’da sürgünden 6 yıl sonra dönüp, seçimle tekrar iktidara gelecek ve Mısır ile Suriye’yi İsrail’e karşı Birleşik Arap Cumhuriyeti olarak birleştirse de Rum Ortodoks Mişel Eflak’ın, çocukları olan Baas Partisi tarafından tekrar devrilecektir (1963).

Kuvvetli ise, 1967 savaşında İsrail karşısında yaşanılan mağlubiyet sonucu kalp krizi geçirip hayatını kaybedecektir.

NATO ve CENTO’ya bağlılığını ilan etmese de, bizde da daha sonra yaşanacak olan darbeciler gibi Hüsnü Zaim’i, Batı Dünyası ve komşu ülkeler hoş karşılarken, ABD ise kanlı darbeye çiçekler gönderecekti.

Çünkü Kasım 1948 yılından itibaren, CIA Orta Doğu uzmanları olan Copeland-Meade ikilisi ve Zaim, en az 6 defa doğrudan görüşeceklerdi.

Ve daha sonra İran lideri Başbakan Musaddık’ın İngiltere ve ABD tarafından devrilmesi (1953) gibi ABD sinemasına senaryo olarak verilecekti.

Irak’ta 1958’de yapılan darbeden sonra Türkiye’de de 27 Mayıs 1960’ta aynı kanlı senaryo uygulanacaktır.

Darbeci Hüsnü Zaim göreve başladıktan hemen sonra 1 yıl önce kurulan İsrail’e karşı savaş karşıtı bir politika takip ederken, darbeden bir hafta sonra İsrail’le barış görüşmelerine başladı.

ARAMCO’nun Basra-Akdeniz petrol boru hattına (TAPLİNE) da onay veren Zaim, İsrail’in, tıpkı bugün Mısır ve Ürdün’ün bile kabul etmediği 800 bin Filistinliye de kapıları açmaktaydı.

Ancak Esadlar, bunları da Tedmur ve Sadneya gibi kamplarda eritecekti.

Böylece İsrail’e insansız topraklar açılmaktaydı.

Ayrıca herkes bilmektedir ki; Ortadoğu’da Suriye’siz bir barış olamazken, Zaim Filistin’de kurulan ve 20 yıl sonra Golan’ı alacak olan İsrail’e de bugüne kadar uzanacak olan Suriye’yi işgal etme cesareti vermiştir.

Bu süreçten bir yıl sonra Albay Sami Hınnavi tarafından yapılan karşı darbeyle devrilen Hüsnü Zaim ve Fransız uşağı Başbakanı Berrazi, kurşuna dizildiyse de CIA, Hınnavi’yi de yine CIA destekli Albay Edip Çiçekli üzerinden devirecek ve CIA son başarılı darbesini de 1963 yılından 8 Aralık 2024 sabahına kadar sürecek olan Baas Parti üzerinden, Suriye’de uygulayacaktır.

ABD, Suriye ve Ortadoğu’nun öneminin farkında olarak 1 Ocak 1983 yılında, Afrika ve Türkistan arasındaki en az 20 ülkede aktif olan, Merkez Kuvvetler Komutanlığı CENTCOM’u kurmuştur.

İran-Irak savaşı, Irak’ın yıkılması (1991-2003) ve Afganistan’ın işgalinden sonra PKK’dan PYD’yi, PYD’den de DSG’yi çıkarmak ve Mazlum Abdi’yi helikopteriyle Şam’a göndermek, CENTCOM’un, darbecilikten artan vaktinde yaptığı işlerinden sadece bir kaçıdır.

Mart 2011 yılında Suriye’de, “Yallah Beşar”,” Doktor Sıra Sende” sloganlarıyla halk devrimi başlarken, milyar dolarlarla Moskova’ya paketlenen Beşar Esad üzerinden ABD’nin, Suriye’nin kontrolünü iki kaynaktan ele geçirdiği görülmektedir:

Sadneya’da ürettiği DAİŞ, DAİŞ bahanesiyle kurduğu Kuzey-Doğu’daki PYD/DSG ve özellikle Irak/Ürdün ve Suriye’nin kesişme noktası olan Tenef ve K/22 askeri üsleri.

Bunlara Suriye’nin su, toprak ve petrol bölgesi olan Fırat’ın doğusundaki beş askeri üssü de buna eklemek lazım.

 

Tahminen 1 milyon kişinin öldüğü, on milyon insanın mülteci olduğu ve ülkenin yarısının yıkıldığı, 1 trilyon dolarlık masraf ve 13 yıllık kanlı bir soykırımdan sonra, 8 Aralık sabahında Şam’da yeni bir süreç başlasa da Şam’ın güneşi kış ortasında bile yüzümüzü yakmaktadır.

Bugün Suriye’de ABD’nin bilindiği kadarıyla en az 8 üssünde 2 bin askeri ve bilinemeyecek kadar silahı bulunmaktadır.

ABD, şimdilik 3 üssünü kapatacağını ifade etmektedir. Buna toparlamak demek daha doğrudur.

Çünkü zaten borcu katlanan ABD’nin bunları destekleme imkânı bulunan Güney Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’de de gemi ve İngiliz/Rum üslerini de kullanabilmektedir.

ABD’nin kara gücü olan PYD’yi, Arap Tay ve Şammar aşiretlerini de Rakka ve Deyrezor bölgesinden bünyesine katarak DSG yapan kişi ise CENTCOM’un diplomatik uzantısı ve Biden’in, Afrika-Orta Doğu Danışmanı, halen ABD işgali altında bulunan Irak Anayasası’nın mimarı olan Brett McGurck’tür.

McGurk DSG’sinin esas amacı da İsrail’e tampon olacak mankurtlar ordusudur.

Maalesef bu konuda Ahmed Şara hükümetiyle anlaşma yapıldıysa da Halep ve Tişrin Barajı’nın devrinde görüldüğü gibi DSG, Suriye’yi fiilen bölen askeri ve siyasi yapısını korumaktadır.

Bu anlamda Suriye’nin normalleşmesi, İsrail ve DSG tarafından engellenmektedir.

 

Bu süreçte Erdoğan liderliğindeki Türkiye’nin taşı çatlatacak kadar sabrı ve 4 milyon Suriyeliye kucak açan Ensari duruşu, Rusya’nın Ukrayna ve ABD’nin de Çin’le boğuştuğu bir sırada bu gerçekleşen bu mucize çok dikkatle değerlendirilmelidir.

Çünkü Baas’la birlikte İran’ı da Şii Hilali ve Direniş Ekseni safsatasıyla İslam Dünyası’nın çekirdeğine yerleştiren CENTCOM tarihi görevinden kolay vazgeçmeyecektir.

Ocak ayında başlayan İkinci Trump döneminde ABD, 30 trilyonluk borcunu ve doymak bilmeyen İsrail’i, Türkiye’ye karşı durdurmaya çalışmaktaysa da artık değirmenin suyu bitmiş durumdadır.

Kuvvetli bir askeri ekonomi, vaz geçilemeyen stratejik konumu ve Antalya Diplomasi Forumu’da da görüldüğü gibi 21’inci yüzyılda değişen dünya dengelerinde, Afrika ve Orta Doğu’da kuvvetli bir yumuşak ve sert güce sahip olan Türkiye, Suriye’yi asla İsrail veya İran’a bırakmayacaktır.

Ticaret savaşlarında Çin’in ABD’ye rest çekmesi ve Rusya-Ukrayna savaşında da görülmektedir ki; ABD artık, rakipsiz küresel Başat Güç değildir.

Daha 40 yıl önce fakir Çin; Kuşak Yol Projesi, yapay zekâ, uzay, elektrikli araç, nadir elementler ve askeri ekonomi alanında, ABD’yle kafa kafaya yarışmaktadır.

5 yıl sonra da makas hızla Çin lehine açılmaktadır. Çin, Afrika’da Türkiye’ye en büyük rakip hem de ticarette Türkiye’yle on kat (40/4) ticaret fazlası ve Doğu Türkistan’daki zulmü görülse de Kalkınma Yolu Projesi ve güvenilmez ABD’ye karşı Türkiye’nin yakından çalışması gereken küresel bir aktördür.

Aynı şekilde Çin’in de direniş eksenlerinden olan İran, bugün İsrail’in hedefine oturtulmuştur.

Batı’nın ikinci Haçlı Kontluğu/Karakolu olan İsrail, 9 Aralık sabahından bu yana Suriye’yi aralıksız bombalamaktadır.

Hem de Türkiye’nin bir daha Suriye’nin işgal ve iç çöküşüne izin vermeyeceğini bildiği halde.

Neden? Çünkü Suriye İsrail için bir güvenlik sorunu bile değilken, 911 km güney istinat duvarı olan Türkiye için bir beka sorunudur.

Kısaca, Bir Osmanlı aydını olan Emir Şekip Arslan’ın torunu Dürzi lider Velid Canbolat’ın da belirttiği gibi;

Türkiye’ye karşı bizi korkutuyorlar. Keşke Osmanlı İmparatorluğu geri gelseydi. Osmanlı İmparatorluğu Tüm İslâm âlemi ve Arapları bir arada tutmaktaydı. Osmanlı İmparatorluğu sonrasında ortaya çıkan milliyetçi fikirler her iki tarafı birbirinden uzaklaştırdı ve her iki tarafta yıkıcı etkiler yaptı. Sultan Abdülhamid Han kendisine verilen tüm imkânlara rağmen Filistin’in tek karışını vermeyerek Türk-Arap bütünlüğünün korunmasında önemli rol oynamıştır.

Batı’nın ileri karakolu olan İsrail ve Türkiye, görüldüğü kadarıyla Suriye üzerinde savaşa sürüklenmektedir.

Çünkü Suriye, Türkiye için beka sorunu iken Batı Dünyası için dünya hâkimiyetinin merkezi olarak görülmektedir.

Gazze’deki duruma bakılırsa İsrail’in Haçlılar ve Moğollar gibi yeni bir Baybars ve Selahaddin’le karşılaşması kaçınılmaz gibidir.

Erdoğan’ın Güney ve Doğu Asya turu

Prof. Dr. Hüseyin Şeyhanlıoğlu: “Erdoğan’ın Güney ve Doğu Asya turu tarihi bir adımdır”

Prof. Dr. Hüseyin Şeyhanlıoğlu: "Erdoğan’ın Güney ve Doğu Asya turu tarihi bir adımdır"

Kütahya Dumlupınar Üniversitesi (DPÜ) Uygulama ve Araştırma Merkezleri Koordinatörü, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı Prof. Dr. Hüseyin Şeyhanlıoğlu, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, Malezya, Pakistan ve Endonezya’yı kapsayan Güney ve Doğu Asya turunu tarihi bir adım olarak nitelendirdi.

Özellikle Endonezya ve Pakistan’ın Osmanlı mirasıyla bağlarına dikkat çeken Prof. Dr. Hüseyin Şeyhanlıoğlu, dinamik İslami bilince ve genç bir nüfusa sahip olan Malezya’nın ise dünya ticaretinin yaklaşık yüzde 40’ının geçtiği Malakka Boğazı’na sahip olması nedeniyle stratejik önem taşıdığını belirtti.

Prof. Dr. Şeyhanlıoğlu, Erdoğan’ın Malezya’da coşkuyla karşılandığını ve Malaya Üniversitesi tarafından kendisine fahri doktora unvanı verildiğini hatırlatarak, bu ziyaretin İslam dünyasının daha güçlü bir birlik oluşturması açısından kritik olduğunu vurguladı. En büyük nüfusa sahip olan Endonezya (Dünyada 4. Sırada 285 milyon) ve nükleer güce sahip tek İslam ülkesi olan Pakistan’ın (240 milyon) başta olmak üzere, İslam ülkelerinin kendi sorunlarını çözebilecek askeri bir üst kurumsal yapı oluşturması gerektiğini belirten Şeyhanlıoğlu, bu yapının Çin, Rusya ve Batı karşısında İslam dünyasının daha etkin olmasını sağlayacağını ifade etti.

“Türkiye, İslam dünyasının tabii ve tarihi lideridir”

Türkiye’nin İslam dünyasındaki lider rolüne dikkat çeken Prof. Dr. Hüseyin Şeyhanlıoğlu, “Türkiye, son bin yılda olduğu gibi bugün ve önümüzdeki yüzyıllarda da İslam dünyasının lideridir. Türkiye’nin tabii ve tarihi rolünü, küresel ve bölgesel şartlar da devam ettirmektedir” dedi.

Şeyhanlıoğlu, Türkiye’nin Soğuk savaş döneminin etkilerini geç de olsa üzerinden atarak, 2019 yılında başlattığı Dış İşleri Bakanlığı bünyesinde “Yeniden Asya” girişimiyle Endonezya, Pakistan, Malezya başta olmak üzere diğer Asya ülkeleriyle de ilişkilerini güçlendirme yolunda önemli adımlar attığını belirtti.

Erdoğan’ın bu ziyareti, Türkiye’nin Orta Doğu’nun ötesinde, Uzak Asya’daki bağlarını da güçlendirme stratejisinin bir parçası olarak değerlendir ve bu coğrafyanın Osmanlı döneminde Cava Yarımadası’na, Portekiz işğaline karşı verilen desteği hatırlatan Şeyhanlıoğlu, günümüzde de Türkiye’nin İslam dünyasının ortak çıkarlarını koruma noktasında aynı hassasiyeti ve tarihi misyonu taşıdığını söyledi.

Filistin ve Gazze konusunda net tavır

Prof. Dr. Hüseyin Şeyhanlıoğlu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İstanbul Havaalanında yaptığı açıklamalarında, Filistin meselesi ve İsrail’in Gazze’deki saldırılarına karşı İslam ülkelerinin birlik içinde hareket etmesi gerektiği vurgulandı. Pakistan, Malezya ve Endonezya gibi ülkelerin İsrail’e karşı net bir duruş sergilediğini belirten Hüseyin Şeyhanlıoğlu, bu ülkelerin Gazze’de önemli yatırımları bulunduğunu ve dayanışmanın, bölgeye en yakın ve duyarlı ülke olarak ortak hareketle artarak devam etmesi gerektiğini ifade etti. Bu ziyaretin, İslam İşbirliği Teşkilatı bünyesinde askeri veya siyasi bir yapılanmaya dönüşüp dönüşmeyeceği konusunda önemli katkılar sunacağını düşünen Şeyhanlıoğlu, Batı’nın ileri karakolu İsrail’e karşı ortak sürecin nasıl şekilleneceğini merakla beklediklerini dile getirdi.

Yeni “çözüm süreci’nin başarı şansı

Prof. Dr. Hüseyin Şeyhanlıoğlu Independent Türkçe için yazdı