Şunu ara:
21’inci yüzyıl dünya dengelerinde Suriye ve ikinci büyük oyun

Prof. Dr. Hüseyin Şeyhanlıoğlu Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA (Arşiv)

Fransız İmparatoru Napolyon, öncelikle küresel Başat Aktör olma hevesi ve İngiltere’ye kaptırdığı zengin Kanada ve Amerika’nın intikamını almak için İngiliz İmparatorluk ağacını kökünden sökmek (Hindistan) ve İmparatorluk yolunu kontrol etmek için Mısır’dan seferine başlarken (1798), Ruslar da aynı anda Türkistan-Kafkasya hattından, Afganistan-İran üzerinden sıcak sulara doğru savaşa başlamışlardı.

Böylece, birinci büyük ıyun da başlamış oluyordu.

En az bir asır süren ve 19’uncu yüzyılda Rusya ve İngiltere arasında, ticaret yolları ve Hindistan’ın kontrolü için, tampon ülke olarak Afganistan’da üzerinde yaşanan, “büyük oyun”un (great game) başlangıç noktası ise bugün ikincisini yaşadığımız yer olan Suriye’dir.

Ruslar, İngilizler ve son olarak Amerikalılar da birer asır arayla, İmparatorluklar mezarlığı olan, Afganistan’da bataklığa saplanırken; Napolyon hayatının başında, ihtiyar kurt lakaplı, Cezzar Ahmet Paşa da hayatının sonunda Akka’da yenilmiştir.

Napolyon son anlarında şöyle der:

Eğer, Akka’da yenilmeseydim, Hindistan’a kadar gidebilirdim. Gerçekten Napolyon, İran’ı da Rus işgaline rağmen kendine müttefik yaparken; İngilizler de İranlılara, Rusların acısını unutturmak için onları Herat’a sevketmişse de Afganlar, İranlılara unutamayacakları bir ders vermişlerdi. Deve kasabı lakaplı Ahmed Paşa ve askerlerinin dışında, 8 padişah ve dönem görecek ve sonradan dünyanın en yaşlı insanı olacak olan Bitlisli Zaro Ağa’nın, bu savaşta kahramanlığı ve tünel kazmadaki mahareti ise tüm şehit ve gazilerimiz gibi rahmetle anmaya değerdir.

Cezzar Ahmed Paşa’nın ordusunda savaşan dünyanın en yaşlı insanı unvanına sahip Bitlisli Zaro Ağa (1774-1934)
Cezzar Ahmed Paşa’nın ordusunda savaşan dünyanın en yaşlı insanı unvanına sahip Bitlisli Zaro Ağa (1774-1934)

 

Parçala, Savaştır ve Yönet (PSY)

Osmanlı İmparatorluğu’nun 1917 yılının sonundan itibaren Şam ve Kudüs’ten çekilmesiyle başlayan süreçten sonra Suriye başta olmak üzere, tüm Ortadoğu; parçala, savaştır ve yönet şeklinde (PSY) Sykes-Pico anlaşmasıyla işgal edilmiştir.

Batı tarafından Ortadoğu’dan en az 108 yıldır uygulanan bu sistem, Afganistan-Pakistan, Pakistan-Hindistan-Bangladeş, Balkanlar, Güney Amerika ve Afrika’da başarıyla uygulanmaktadır.

Esasen bu strateji, çok basit ama etkili 2300 yıllık Aristo-İskender taktiğidir.

Bu dönemde Avrupa’nın ikinci Haçlı-Siyonist ileri karakolu olan İsrail’in, son Gazze, Lübnan, Yemen ve Suriye olaylarında da görülmektedir ki; İkinci Büyük Oyun’da yeni bir aşamaya geçilmektedir.

1948 yılından itibaren Filistin, 1967 savaşından beri de İsrail, Kudüs ve Golan tepelerini işgal altında tutmaktadır.

Sina Yarımadası ve Filistin de İsrail’in kontrolü altına geçmiştir.

2004 yılında ABD Dışişleri Bakanı C. Rise tarafından İsrail’de ilan edilen BOP, Büyük İsrail ve Suriye
2004 yılında ABD Dışişleri Bakanı C. Rise tarafından İsrail’de ilan edilen BOP, Büyük İsrail ve Suriye

 

Bunun başlıca sebebi ise; dünya siyasi hâkimiyeti için vazgeçilemez stratejik coğrafi konumuyla Ortadoğu, 2 su geçiş noktası (Malaka, Kızıldeniz, Cebeli Tarık ve Türk Boğazları), Doğu Akdeniz dâhil olarak dünya enerji kaynaklarının en az yarısına sahip ve 3 büyük semavi dinin mekânı olarak, 21’inci yüzyıl dünya hâkimiyeti için de tıpkı iki asır önce gibi Büyük Oyun sahası olarak görülmektedir.

Bu sahanın merkezi, (Kalbgah/Heartland) Suriye’dir.

ABD’nin II. Dünya savaşından sonra yerleştiği Orta Doğu’da, yaptırdığı ilk darbe (1949-Kürd asıllı Hüsnü Zaim) Suriye’de olmuştur.

(1953’te İran, 1958’de Irak ve 1960’ta da Türkiye’de ve tüm Ortadoğu ülkelerinde de benzeri süreç yaşanmıştır.)

1963 yılına kadar beş darbenin yapıldığı Suriye’de bu tarihten itibaren, Baas Partisi ve Batı destekli Nusayri Esad ailesinin iktidarı ve zulmü, Golan ve Lübnan’ı terk karşılığında başladığı görülmüştür.

Kasım 1970 yılında Hafız Esad iktidarı tamamen kontrol altına aldığında, Suriye Komünist Partisi Lideri Halit Bektaş, bunu “Amerikan Askeri Darbesi” olarak tanımlamış ve günümüze kadar geçen 55 yılda ABD ve İsrail, bugün, Türkiye’ye rağmen Suriye’yi tamamen işgal ve-ya imha etmek istemektedir.

2009 yılı sonunda Tunus’ta başlayan Arap Baharı rüzgârıyla, 2011 yılı Mart ayında Dera’da başlayan basit bir hürriyet isteğinin 8 Aralık 2024 yılında kadar 1 milyon insanın öldüğü, nüfusunun yarısından fazlasının ontolojik kırılmaya uğrayarak asimile olduğu, en az on milyon insanın göçmen duruma düşürüldüğü ve parçalanan Suriye’nin faciaya dönüştürülmesinde de görülmektedir ki; başkenti Kudüs olan Büyük İsrail için de, Suriye ve onun daha önce parçası olan Lübnan da Filistinlileştirilme aşamasına alınmıştır.

Bu nedenle İsrail, öncelikle Nusayri ve Dürziler üzerinde Yeni Suriye rejimini ve Türkiye’yi de parçalamaya çalışmaktadır.

5 Nisan 1946 yılında Suriye’den ayrılan Fransızlardan sonra Suriye’ye gelen ABD, CIA’nın Ortadoğu’daki ilk askeri darbesi olan 30 Mart 1949 yılındaki Suriye’deki General Hüsnü Zaim’den sonra yapılan çok sayıda Batı odaklı askeri darbelerin son halkası Hafız Esed olduğu görülmüştür:

Bu süreçte aşağıdaki noktalar dikkat çekicidir:

1.)    Esed, Filistin’deki Suriye askerlerini geri çekmiştir. Mısır’la olan ittifaka son vermiş ve Mısır’dan önce İsrail’le barış imzalamıştır.

2.)    Bölgenin petrolünü Batı’ya aktaran petrol şirketi olan Aramco’ya kapıları açmış ve Tapline petrol boru hatlarını yapmıştır. Bu nedenle H. Kissinger, 1974 yılında 100 milyon dolarlık yardım isteyen Esad’a 90’a bağışlamıştır. ABD’nin bir diğer jandarması olan İran Şah’ı da Esad’a 150 milyon dolar vermiştir.

3.)    İslam âleminin en büyük âlimlerinin yetiştiği Suriye’de, Allah demek bile yasaklanmış, camiler içindekilerle beraber yok edilmiş, Suriye’nin en büyük siyasi gücü olan Müslüman Kardeşler teşkilatına üye olmak idamlık suç sayılmış ve on binlerce kişi idam edilmiştir. Hama şehri Gazze gibi haritadan silinmiştir. Kürtleri de öncelikle ikiye bölüp (maktumim ve asil) sonra bunların bir kısmına kimlik vermek karşılığında onları Halep, Hama ve Humus’ta ihvana karşı kiralık katiller olarak kullanmıştır. Onların çocuklarını da oğul Beşar PYD ve İsrail ABD ikilisi ise DSG yapmıştır.

4.)    Başta PKK ve DAİŞ olmak üzere Sadneya ve Tedmur’da üretilen onlarca terör örgütüne yardım ve yataklık yapmıştır. Lübnan’ı ABD adına kontrol etmiş ve binlerce Müslümanı katletmiştir.

5.)    1970’lerde İsrail ve kendi iktidarı için tehdit olan en az 200 tanklık Suriye zırhlı tank birliğini Ürdün çöllerine gömmüştür.

6.)    8 yıllık İran-Iran savaşında, Arap Suriye, ne ilginçtir ki; Arap ve Baas olan Irak’a karşı acem İran’ı desteklemiştir.

7.)    Lübnan, Ürdün, Suriye ve İsrail’in kesişme noktası ve su deposu olan Golan, savaşmadan İsrail’e verilmiştir.

8.)    Suriye ordusunun İsrail karşısında tamamen imhasına kasıtlı ortam sağlanmıştır. İstihbarat ve Ordu sadece içerde baskı aracı olarak kullanılmış ve İsrail’e karşı hiçbir zaman direnilmemiştir. ABD bu zaman zarfında Şam’da son derece etkili merkezler kurmuş ve CIA, Suriye’yi fiilen yönetmiştir.

11 Eylül 2001 yılından itibaren de Bölünmüş Ortadoğu Projesine (BOP) uygun olarak bölgede kalıcı işgale doğru ilerleyen İsrail, özellikle son 14 yılda, ABD ve İngiltere başta olmak üzere Batı ve Rusya’nın desteğiyle Suriye’yi de Filistin gibi imha ve işğal aşamasına geçtiği geçmiştir.

Örneğin, sadece son bir haftada İsrail hava ve kara kuvvetleri Suriye’de Şam, Hama ve Humus’ta ağır saldırıları düzenledi.

İsrail’in hava saldırılarında Şam’daki Bilimsel/Teknolojik Araştırma Tesisleri, Lazkiye’deki deniz üsleri ve araçları, Hama’da Askeri Havaalanı, Humus’ta da, Türkiye’nin yerleşmeye çalıştığı T-4 Hava Üssünü özellikle hedef alındı.

Palmira yakınlarındaki bu üsse yapılan korkunç saldırıdan sonra, İsrailli bakanlar da bu saldırının, Suriye’den uzak  durması için Türkiye’ye mesaj olduğunu özellikle belirtti. Lübnan ve Yemen’i de vuran İsrail, Mısır’dan da Sina Yarımadasındaki askerlerini çekmesini istedi.

Osmanlı sonrası Ortadoğu: Fransızların işgalindeki Suriye ve genişleyen İsrail
Osmanlı sonrası Ortadoğu: Fransızların işgalindeki Suriye ve genişleyen İsrail

 

Kısaca 21’inci yüzyılda Çin ve ABD arasında yaşanmakta olan küresel hâkimiyet savaşında da görülmektedir ki Çin bile, Suriye ve İran üzerinden Batı’ya karşı vekâlet savaşını yürütmekte ve Rusya, Ukrayna karşılığında Afrika dahil bölgeden Suriye üssü hariç çekilmeyi kabul etmiş görülmektedir.

Dolayısıyla İkinci Büyük Oyun (Second Great Game) sahasına Ukrayna ve Çin de dâhil olmuştur.

Küresel hâkimiyet yolu: Koridorlar savaşı ve Suriye?

İngiliz vatandaşı Yahudi asıllı, önemli Ortadoğu uzmanlarından olan Patric Seale, “Mezopotamya’yı kontrol altına alamayan bir ülkenin, Ortadoğu’yu kontrol altına alamayacağını” iddia ederken; 19’uncu yüzyılda İngiliz kraliyet donanmasında görevli Amiral Sir Halford Mckinder ise Asya, Afrika ve Avrupa kıtasını Dünya Adası olarak görmekte, bu coğrafyanın kalbgahını (Heartland) Mezopotamya’dan başlayarak, Çin Seddini aşan ve Japonya’ya kadar uzanan bölge olarak tanımlamış, Suriye’yi de bu stratejik yolda Dünya hâkimiyetine giden yolun başlangıç noktası olarak görmüştür.

Esasen Bereketli Hilal olan, Hazar/Akdeniz ve Basra arasında Fırat ve Dicle nehirleriyle sulanan ve petrol-gaz deposu olan bu bölge, bugün maalesef, bölgeden çıkan küresel güç boşluğunun yaşandığı (Osmanlı’nın yıkılması sonucu) bataklık olarak görülmektedir.

Dolayısıyla dünyaya hâkim olmak isteyen bir ülke, öncelikle Suriye’ye hâkim olmalıdır.

Sümer, Asur, Pers, İskender, Roma ve Osmanlı için geçerli olan durum ABD için de geçerlidir.

Bu nedenle Suriye’nin son 80 yılında Rusya ve ABD, İngiltere/Fransa’dan devraldığı bölgede, küresel Başat Güç olarak rol oynarken, Çin de ayılığını hatırlayan dev Panda’yı andırmaktadır.

1917 yılından itibaren İngiltere’nin desteğiyle kurulan İsrail (1948), Mezopotamya’nın verimli hilalinin ana gövdesini oluşturan Irak ve Suriye’nin üçe bölünmesini, 1986 yılında dış politikasının öncelikli hedefi yapmış ve bu hedefine çeyrek asırda ulaşmıştır.

İsrail ayrıca, Süveyş kanalını da by-pass edecek bir kanal projesi yürütmektedir.

 

Sonuç

Suriye, binlerce yıldan beri değişmeyen küresel hâkimiyetin başlangıç noktası olarak görülmektedir.

Bugün bu durum, küresel merkez olma iddiasında olan İsrail ve 21’inci yüzyılı Türkiye Yüzyılı yapma iddiasında olan Türkiye arasında da görülmektedir.

Bu uğurda Bölgesellikten Küreselliğe evrilme aşamasında olan Türkiye 8 Aralık 2024 sabahında Emevi Camii’nde namaz kılarken aynı anda İsrail de Suriye’nin askeri noktalarını aralıksız vurmakta ve doğu-batı ve güney hattından etnik olarak parçalamaya çalışmaktadır.

Aynı şekilde her yıl yüzde on civarında büyüyüp petrole daha bağımlı hale gelen ve bunun yarısından fazlasını Ortadoğu’dan karşılayan Çin de, İkinci Büyük Oyuna dâhil olmuştur.

ABD başta olmak üzere Batı’nın desteğine sahip olan İsrail kısa vadede Suriye’yi istikrarsızlaştırma gücüne sahip olsa da Türkiye’ye karşı uzun vadede Suriye’ye hâkim olma gücü bulunmuyor.

Çünkü Gazze, Lübnan, Yemen, Sudan, Somali ve İdlib’den çıkıp Şam’ı kontrol eden yeni ruh, Gazze olaylarından sonra artık farklı bir cesette atıyor.

Mısır ve Anadolu’daki başarılı fetihlerine rağmen Suriye’yi alamadığı halde, Toroslar hattından, İran ve Hindistan’a geçen İskender, Erbil’den hocası Aristo’ya mektup yazar (M.Ö: 340).

Ben bu kadar büyük bölgeyi ve milletleri nasıl yöneteyim?

Elimdeki adamları idam mı edeyim?

Sürgün mü edeyim? Hapse mi atayım?

Aristo, öğrencisine şöyle cevap verir:

Eğer sen kralları sürgün etsen dışarda birleşip dönebilir ve senden intikam alırlar. Onları hapse atsan oradan bir gün çıkarlar ve yine intikam alırlar. Onları öldürsen çocukları ve halkı senden intikam alır. Sen en iyisi onları birbirine düşür ve azgın azınlığı da iktidar yap. (Başta Suriye olmak üzere Orta Doğu’daki iktidarlar genellikle böyle olmuştur.)  

Bu formül maalesef başta Suriye olmak üzere Ortadoğu’da başarıyla uygulanmışsa da İskender’in İmparatorluğu ömrünü aşamamıştır.

Çok dinli ve kültürlü olan Ortadoğu’da kalıcı bir barış için, bölgede 400 yıl başarıyla uygulanan Pax-Ottoman sisteminin yeniden incelenmesine ihtiyaç olduğu görülmektedir.

Aksine zayıf ve güçlü arasında yarım asırda bir el değiştiren bu coğrafya ’da kan ve gözyaşı eksik olmaz.

Suriye’nin ABD için önemi ve Türkiye

Suriye’nin ABD için önemi ve Türkiye

Prof. Dr. Hüseyin Şeyhanlıoğlu Independent Türkçe için yazdı

ABD askerleri, Suriye’nin kuzeydoğusunda 3 askeri noktayı boşalttı / Fotoğraf: Yunus Keleş-AA

ABD’nin Ortadoğu’da doğrudan yaptırdığı ilk darbe, Suriye’deki Kürt kökenli General Hüsnü Zaim (1949)’in; 1946 yılında Fransa’ya karşı bağımsızlık kazanan Şükrü Kuvvetli’ye karşı yaptırdığı askeri darbedir.

Çünkü Fransa’nın Suriye’den çekilmesinden (1946) sonra Cumhurbaşkanı olan Şükrü Kuvvetli, bağımsızlık yanlısı, İsrail karşıtı ve Lübnan’ı da isteyen Büyük Suriye taraftarıydı.

İstanbul Mülkiye mezunu ve muhafazakâr bir kişi olan Kuvvetli, Mısır’da sürgünden 6 yıl sonra dönüp, seçimle tekrar iktidara gelecek ve Mısır ile Suriye’yi İsrail’e karşı Birleşik Arap Cumhuriyeti olarak birleştirse de Rum Ortodoks Mişel Eflak’ın, çocukları olan Baas Partisi tarafından tekrar devrilecektir (1963).

Kuvvetli ise, 1967 savaşında İsrail karşısında yaşanılan mağlubiyet sonucu kalp krizi geçirip hayatını kaybedecektir.

NATO ve CENTO’ya bağlılığını ilan etmese de, bizde da daha sonra yaşanacak olan darbeciler gibi Hüsnü Zaim’i, Batı Dünyası ve komşu ülkeler hoş karşılarken, ABD ise kanlı darbeye çiçekler gönderecekti.

Çünkü Kasım 1948 yılından itibaren, CIA Orta Doğu uzmanları olan Copeland-Meade ikilisi ve Zaim, en az 6 defa doğrudan görüşeceklerdi.

Ve daha sonra İran lideri Başbakan Musaddık’ın İngiltere ve ABD tarafından devrilmesi (1953) gibi ABD sinemasına senaryo olarak verilecekti.

Irak’ta 1958’de yapılan darbeden sonra Türkiye’de de 27 Mayıs 1960’ta aynı kanlı senaryo uygulanacaktır.

Darbeci Hüsnü Zaim göreve başladıktan hemen sonra 1 yıl önce kurulan İsrail’e karşı savaş karşıtı bir politika takip ederken, darbeden bir hafta sonra İsrail’le barış görüşmelerine başladı.

ARAMCO’nun Basra-Akdeniz petrol boru hattına (TAPLİNE) da onay veren Zaim, İsrail’in, tıpkı bugün Mısır ve Ürdün’ün bile kabul etmediği 800 bin Filistinliye de kapıları açmaktaydı.

Ancak Esadlar, bunları da Tedmur ve Sadneya gibi kamplarda eritecekti.

Böylece İsrail’e insansız topraklar açılmaktaydı.

Ayrıca herkes bilmektedir ki; Ortadoğu’da Suriye’siz bir barış olamazken, Zaim Filistin’de kurulan ve 20 yıl sonra Golan’ı alacak olan İsrail’e de bugüne kadar uzanacak olan Suriye’yi işgal etme cesareti vermiştir.

Bu süreçten bir yıl sonra Albay Sami Hınnavi tarafından yapılan karşı darbeyle devrilen Hüsnü Zaim ve Fransız uşağı Başbakanı Berrazi, kurşuna dizildiyse de CIA, Hınnavi’yi de yine CIA destekli Albay Edip Çiçekli üzerinden devirecek ve CIA son başarılı darbesini de 1963 yılından 8 Aralık 2024 sabahına kadar sürecek olan Baas Parti üzerinden, Suriye’de uygulayacaktır.

ABD, Suriye ve Ortadoğu’nun öneminin farkında olarak 1 Ocak 1983 yılında, Afrika ve Türkistan arasındaki en az 20 ülkede aktif olan, Merkez Kuvvetler Komutanlığı CENTCOM’u kurmuştur.

İran-Irak savaşı, Irak’ın yıkılması (1991-2003) ve Afganistan’ın işgalinden sonra PKK’dan PYD’yi, PYD’den de DSG’yi çıkarmak ve Mazlum Abdi’yi helikopteriyle Şam’a göndermek, CENTCOM’un, darbecilikten artan vaktinde yaptığı işlerinden sadece bir kaçıdır.

Mart 2011 yılında Suriye’de, “Yallah Beşar”,” Doktor Sıra Sende” sloganlarıyla halk devrimi başlarken, milyar dolarlarla Moskova’ya paketlenen Beşar Esad üzerinden ABD’nin, Suriye’nin kontrolünü iki kaynaktan ele geçirdiği görülmektedir:

Sadneya’da ürettiği DAİŞ, DAİŞ bahanesiyle kurduğu Kuzey-Doğu’daki PYD/DSG ve özellikle Irak/Ürdün ve Suriye’nin kesişme noktası olan Tenef ve K/22 askeri üsleri.

Bunlara Suriye’nin su, toprak ve petrol bölgesi olan Fırat’ın doğusundaki beş askeri üssü de buna eklemek lazım.

 

Tahminen 1 milyon kişinin öldüğü, on milyon insanın mülteci olduğu ve ülkenin yarısının yıkıldığı, 1 trilyon dolarlık masraf ve 13 yıllık kanlı bir soykırımdan sonra, 8 Aralık sabahında Şam’da yeni bir süreç başlasa da Şam’ın güneşi kış ortasında bile yüzümüzü yakmaktadır.

Bugün Suriye’de ABD’nin bilindiği kadarıyla en az 8 üssünde 2 bin askeri ve bilinemeyecek kadar silahı bulunmaktadır.

ABD, şimdilik 3 üssünü kapatacağını ifade etmektedir. Buna toparlamak demek daha doğrudur.

Çünkü zaten borcu katlanan ABD’nin bunları destekleme imkânı bulunan Güney Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’de de gemi ve İngiliz/Rum üslerini de kullanabilmektedir.

ABD’nin kara gücü olan PYD’yi, Arap Tay ve Şammar aşiretlerini de Rakka ve Deyrezor bölgesinden bünyesine katarak DSG yapan kişi ise CENTCOM’un diplomatik uzantısı ve Biden’in, Afrika-Orta Doğu Danışmanı, halen ABD işgali altında bulunan Irak Anayasası’nın mimarı olan Brett McGurck’tür.

McGurk DSG’sinin esas amacı da İsrail’e tampon olacak mankurtlar ordusudur.

Maalesef bu konuda Ahmed Şara hükümetiyle anlaşma yapıldıysa da Halep ve Tişrin Barajı’nın devrinde görüldüğü gibi DSG, Suriye’yi fiilen bölen askeri ve siyasi yapısını korumaktadır.

Bu anlamda Suriye’nin normalleşmesi, İsrail ve DSG tarafından engellenmektedir.

 

Bu süreçte Erdoğan liderliğindeki Türkiye’nin taşı çatlatacak kadar sabrı ve 4 milyon Suriyeliye kucak açan Ensari duruşu, Rusya’nın Ukrayna ve ABD’nin de Çin’le boğuştuğu bir sırada bu gerçekleşen bu mucize çok dikkatle değerlendirilmelidir.

Çünkü Baas’la birlikte İran’ı da Şii Hilali ve Direniş Ekseni safsatasıyla İslam Dünyası’nın çekirdeğine yerleştiren CENTCOM tarihi görevinden kolay vazgeçmeyecektir.

Ocak ayında başlayan İkinci Trump döneminde ABD, 30 trilyonluk borcunu ve doymak bilmeyen İsrail’i, Türkiye’ye karşı durdurmaya çalışmaktaysa da artık değirmenin suyu bitmiş durumdadır.

Kuvvetli bir askeri ekonomi, vaz geçilemeyen stratejik konumu ve Antalya Diplomasi Forumu’da da görüldüğü gibi 21’inci yüzyılda değişen dünya dengelerinde, Afrika ve Orta Doğu’da kuvvetli bir yumuşak ve sert güce sahip olan Türkiye, Suriye’yi asla İsrail veya İran’a bırakmayacaktır.

Ticaret savaşlarında Çin’in ABD’ye rest çekmesi ve Rusya-Ukrayna savaşında da görülmektedir ki; ABD artık, rakipsiz küresel Başat Güç değildir.

Daha 40 yıl önce fakir Çin; Kuşak Yol Projesi, yapay zekâ, uzay, elektrikli araç, nadir elementler ve askeri ekonomi alanında, ABD’yle kafa kafaya yarışmaktadır.

5 yıl sonra da makas hızla Çin lehine açılmaktadır. Çin, Afrika’da Türkiye’ye en büyük rakip hem de ticarette Türkiye’yle on kat (40/4) ticaret fazlası ve Doğu Türkistan’daki zulmü görülse de Kalkınma Yolu Projesi ve güvenilmez ABD’ye karşı Türkiye’nin yakından çalışması gereken küresel bir aktördür.

Aynı şekilde Çin’in de direniş eksenlerinden olan İran, bugün İsrail’in hedefine oturtulmuştur.

Batı’nın ikinci Haçlı Kontluğu/Karakolu olan İsrail, 9 Aralık sabahından bu yana Suriye’yi aralıksız bombalamaktadır.

Hem de Türkiye’nin bir daha Suriye’nin işgal ve iç çöküşüne izin vermeyeceğini bildiği halde.

Neden? Çünkü Suriye İsrail için bir güvenlik sorunu bile değilken, 911 km güney istinat duvarı olan Türkiye için bir beka sorunudur.

Kısaca, Bir Osmanlı aydını olan Emir Şekip Arslan’ın torunu Dürzi lider Velid Canbolat’ın da belirttiği gibi;

Türkiye’ye karşı bizi korkutuyorlar. Keşke Osmanlı İmparatorluğu geri gelseydi. Osmanlı İmparatorluğu Tüm İslâm âlemi ve Arapları bir arada tutmaktaydı. Osmanlı İmparatorluğu sonrasında ortaya çıkan milliyetçi fikirler her iki tarafı birbirinden uzaklaştırdı ve her iki tarafta yıkıcı etkiler yaptı. Sultan Abdülhamid Han kendisine verilen tüm imkânlara rağmen Filistin’in tek karışını vermeyerek Türk-Arap bütünlüğünün korunmasında önemli rol oynamıştır.

Batı’nın ileri karakolu olan İsrail ve Türkiye, görüldüğü kadarıyla Suriye üzerinde savaşa sürüklenmektedir.

Çünkü Suriye, Türkiye için beka sorunu iken Batı Dünyası için dünya hâkimiyetinin merkezi olarak görülmektedir.

Gazze’deki duruma bakılırsa İsrail’in Haçlılar ve Moğollar gibi yeni bir Baybars ve Selahaddin’le karşılaşması kaçınılmaz gibidir.